Dünyanın ilgisi Ukrayna’ya odaklanmışken Suriye’nin kuzeyinde dikkatlerden büyük ölçüde kaçan ancak sarsıcı bir dönüşüme yol açabilecek gelişmeler yaşandı. Kuzeybatıdaki İdlib vilayetinin önemli bir kısmını kontrol eden ve Suriye’deki Sünni isyancı grupların açık farkla en güçlüsü olan cihatçı örgüt Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) 13 Ekim’de Türkiye’nin 2018’de ele geçirdiği Kürt ağırlıklı Afrin bölgesine girdi. Afrin Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı isyancı grupların denetimindeydi ve HTŞ’nin bölgeye girişi yine SMO bağlantılı grupların yardımıyla oldu. Bu gruplar Ankara’yla yakın ilişkileri olan Sultan Süleyman Şah Tümeni, Hamza Tümeni ve Ahrar El Şam.
Türkiye’nin bu olayda nerede durduğu sorusu, kuzey Suriye’deki güç dengesi bakımından kritik öneme sahip. HTŞ hem Türkiye hem de ABD tarafından terörist örgüt addediliyor. Ancak Türkiye ile HTŞ’nin sahada işbirliği yaptığı herkesçe bilinen bir sır. Türkiye’nin, bugün büyük ölçüde hükmünü yitiren Astana anlaşması uyarınca İdlib’e asker konuşlandırması, HTŞ’nin kolaylık göstermesiyle başlamıştı.
HTŞ Afrin’e Ankara’nın sessiz onayıyla mı girdi? Yoksa Ankara HTŞ’yi engelleyemedi mi?
Farklı kaynaklar, Türkiye’nin, 7 Ekim’de muhalif bir aktivist ile hamile eşinin öldürülmesiyle tetiklenen çatışmaları yatıştırmak için devreye girdiğini öne sürüyor. HTŞ’nin bu kavgadan yararlanarak harekete geçtiği anlaşılıyor.
Örgütün 15 Ekim itibariyle bir kısım güçlerini Afrin’den çektiği bildirildi. Türkiye sınırında kritik bir lojistik merkez olan Azez’e de göz diken cihatçıların Ankara tarafından ikna edilip durdurulduğu da iddia edildi. Ancak 17 Ekim’de HTŞ’nin tekrar Azez’e doğru ilerlemeye çalıştığı ve yine çatışmaların yaşandığına dair haberler geldi.
Türkiye kuzey Suriye’de binlerce asker bulunduruyor. Ayrıca insani yardım ve ticari mal akışı için İdlib başta olmak üzere bölgenin nefes borusu konumunda. Dolayısıyla HTŞ’nin Ankara’dan en azından “sarı ışık” bile almadan harekete geçmesi, pek çok gözlemci tarafından düşük bir olasılık olarak görülüyor.
Orta Doğu Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan ve kuzeybatı Suriye’yi yakından izleyen Charles Lister, konuyla ilgili makalesinde HTŞ’nin geçmişte de SMO içindeki kavgalardan faydalanarak Afrin’e girmeye kalkıştığını ancak “MİT’ten üst düzey bir isimden gelen telefonla” İdlib’e döndüğünü belirtiyor. “Bu kez Türkiye’den böyle bir talimatın gelmediği anlaşılıyor” diyen Lister, HTŞ’nin Afrin’e “adeta engelsiz” ilerlediğini belirtiyor.
Peki, ne değişti? Türkiye Ebu Muhammed Colani liderliğindeki HTŞ’nin güçlenmesini niçin isteyebilir? Ankara’nın düşünce biçimini yakından bilen kaynaklara göre bunun birden fazla sebebi olabilir.
Her şeyden önce HTŞ, Kürt önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile boy ölçüşebilecek tek örgüt. ABD’den destek alan ve kuzeydoğu Suriye’yi sivil kanatlarıyla birlikte yöneten SDG, Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle Türk askeri harekâtlarının hedefi oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye sınırında oluşturmak istediği 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölgeninamacı da SDG’yi sınırdan uzak tutmak. SDG defalarca barışçıl ilişkiler çağrısında bulunsa da Türkiye bunlara kulak asmadı.
Kuzeydoğu Suriye’de Kürt önderliğindeki yönetimin paydaşlarından olan Demokratik Birlik Partisi’nin Eş Başkanı Salim Müslim’e göre “HTŞ’nin arkasında kesinlikle Türkiye var”. Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Müslim, MİT’in Colani ile dört aydır görüşmeler yaptığı ve bu görüşmelerde muhalif grupların HTŞ’nin kontrolüne sokulmasını, boyun eğmeyenlerin de “yok edilmesini” ele aldığı yönünde bilgisi olduğunu belirtti.
Müslim şöyle konuştu: “HTŞ’de gerek El Kaide’den gerekse İslam Devleti ve benzeri örgütlerden gelen pek çok sert savaşçı var. Bunları savaşa hazırladıklarını ve bize karşı daha etkili bir güç oluşturmak için disiplinsiz olanlardan kurtulmayı planladıklarını düşünüyoruz.” Müslim’e göre Türkiye uzun zamandır dillendirdiği yeni operasyon tehdidi doğrultusunda SDG kontrolündeki Menbiç’i almak istiyor ve bu amaçla HTŞ’yi Fırat Kalkanı bölgesinde konuşlandırmayı planlıyor.
Müslim’in dedikleri doğruysa bu bir U dönüşü anlamına gelecek. Zira Rusya ve İran’la sağlanan Astana mutabakatı uyarınca Türkiye’nin görevi, HTŞ ve diğer radikal gruplarda yer alan “ılımlı” unsurları ayırmak ve bunları SMO bünyesine katmaktı. Böylece cihatçılar zamanla zayıflatılacak ve marjinal hâle getirilecekti.
İddialar doğruysa Türkiye’nin bir diğer amacı, SMO ile birlikte kontrol ettiği bölgelerde istikrarı sağlamak olabilir. Özellikle Afrin’de kanunsuzluk ve yolsuzluk kol geziyor, gasptan tecavüze kadar çeşitli hak ihlalleri yaşanıyordu.
İdlib’de ise Colani’nin kurduğu Milli Kurtuluş Hükümeti görece istikrarsağladı. Tabii bunu özellikle kadınları baskı altına alan demir yumrukla yaptı.
Kimliğinin saklı kalmasını isteyen bir kaynak, Türkiye’nin “SDG tarzındaki bir modeli kendi bölgesinde kurmak istediğini” söyledi. (Bu, tuhaf bir beklenti. Zira Kürtler kadın-erkek eşitliğine verdikleri önem ve açıkça laik eğilimleri ile HTŞ’nin tam zıddını oluşturuyor.)
Türkiye kontrolündeki bölgelerde istikrarın sağlanması, Ankara’nın milyonlarca Suriyeli mülteciyi buralara yerleştirme niyetini en azından teoride kolaylaştıracak. Erdoğan mültecilerin “insani koşullarda” Suriye’ye gönderileceğini vaat etmişti. Türkiye’de enflasyonun rekordan rekora koştuğu bir ortamda mülteci karşıtlığı günbegün artıyor, Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önünde ise 2023 seçimleri var. Erdoğan seçimlere kadar vaadine dair bir şeyler ortaya koymak zorunda.
Lister Al-Monitor’a şu değerlendirmede bulundu: “Terörist örgüt sayıldığı için HTŞ, devlet aygıtının genelinde derin bir endişe kaynağı. Ancak özellikle MİT basit ama kabullenmesi zor bir gerçeğe dayanan bir politika yürütüyor. O da İdlib’de iki yıldır süren istikrarda HTŞ’nin etkili olduğu gerçeğidir.”
Lister’a göre “HTŞ’nin tek taraflı hâkimiyetini genişletmesi muhtemelen kaçınılmaz bir sonuç” ve Türkiye bunu kabullenmiş görünüyor. Türkiye’deki kaynaklar ise HTŞ’ye bu konuda Türkiye’nin yardım ettiğini öne sürüyorlar.
Şam’la müstakbel müzakereler düşünüldüğünde, daha da güçlenmiş bir HTŞ, şu an Türkiye’nin kanatları altında olan zayıf, etkisiz ve sürekli kavga eden savaş ağalarına kıyasla Ankara’ya çok daha büyük bir tesir gücü kazandıracak. Dahası, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad babası gibi Türkiye’ye karşı Kürtlerle anlaşmayı düşünürse Ankara HTŞ sopasını sallayarak karşılık verebilir.
Erdoğan Suriye’de son yıllardaki en büyük U dönüşünü yaparak düne kadar düşman olarak gördüğü Esad’la görüşmeye istekli olduğunu ifade etti. Aynı kaynaklara göre Colani de bu diyalogun parçası olmaya hevesli. Tabii, Esad Kürtleri pataklamayı kabul ederse Türkiye Colani’yi ortada bırakabilir.
Doğrusu, Esad’ın cihatçıları muhatap kabul ettiği bir senaryoyu tahayyül etmek zor. Esad ayrıca Türkler Suriye’den çekilmediği sürece onlarla masaya oturmayacağınışimdiden söylüyor. Müttefiki Rusya’yla birlikte İdlib’i güç kullanarak geri almaya kararlı.
Ancak Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin sarpa sarması, Suriye üzerinde önceden kestirilemeyen etkiler doğurabilir. Şu ana kadar bunun başlıca yansıması İran nüfuzunun genişlemesi oldu ve Colani’nin umudu, bu durumun Batı’yı HTŞ’ye bakışını değiştirmeye itmesi.
Colani’nin pragmatik davrandığı bir süredir ortada. HTŞ lideri El Kaide’ye uzanan kökenlerinden kararlı bir şekilde uzaklaşmaya çalışıyor. Öyle ki Batı tarzı kıyafetler giymeye başladı, İdlib’deki Hristiyanlara yakınlık gösterdi, El Kaide ve İslam Devleti’yle bağlantılı daha ufak rakiplerini hırpaladı. Ankara’nın da bu çabalara eşlik ettiği görüldü. Aralarında PBS muhabirinin de olduğu bazı habercilere Türkiye üzerinden geçerek Colani ile röportaj yapma imkânı verildi.
Ancak maskenin kayması uzun sürmedi. Ağustos 2021’de Taliban Afganistan’da iktidarı ele geçirince HTŞ bunu küresel cihadın büyük bir zaferi olarak kutladı.
Salih Müslim, “İslam Devleti sözde halifelik kurmuştu, HTŞ de şimdi İslami emirlik kurmakla meşgul” diyor.
Colani’nin imaj değiştirme çabalarından Biden yönetiminin etkilenmediği ve HTŞ’yi terör listesinden çıkarma eğiliminde olmadığı görülüyor. Türkiye’nin de böyle bir niyeti yok. Zira HTŞ’nin terör listesinde olması Türkiye’ye örgüt üzerinde baskı gücü sağlıyor, aynı zamanda Ankara’nın radikal unsurlara yumuşak davrandığı yönünde daha ağır eleştiriler almasına kalkan oluyor.
Her halükarda HTŞ’nin yeni kazanımlar elde etmesi Suriye muhalefeti için “mutlak bir felaket” anlamına gelir. Lister’ın görüşü bu yönde. Araştırmacıya göre “Sadece bu sebepten dolayı bu durum bütün Suriye krizinin gidişatını etkileyebilir. Çok ciddi sonuçlar söz konusu ve lafı dolandırmadan söylemek gerekirse neticeyi muhtemelen Türkiye’nin kararları belirleyecek.”
Ankara’dan konuyla ilgili henüz resmi bir açıklama gelmiş değil.