RAMALLAH, Batı Şeria — İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun başında bulunduğu Likud Partisi’nin 9 Nisan seçimlerinden zaferle çıkması, Filistin Yönetimi’nin canını sıkmakla kalmadı onu büyük kayıplar yaşayabileceği bir duruma soktu.
İlk seçim sonuçlarının ortaya çıkmasıyla FKÖ Genel Sekreteri Saib Erekat Twitter’dan şu mesajı paylaştı: “İsrailliler oylarını Filistin’in işgali dâhil statükonun devamından yana kullandılar. Apartheid düzeni ve daimi işgal için oy verdiler. Sandık çıkış anketlerine göre 120 sandalyelik Knesset’in sadece 18 üyesi 1967 sınırları temelinde iki devletli çözümden yana.”
Bazı Filistin Yönetimi yetkilileri hiçbir adayı tutmadıklarını iddia etseler de Filistin Yönetimi’nin Netanyahu’nun zaferinden duyduğu hoşnutsuzluk İsrail medyasında birçok haber ve analizin konusu oldu.
İsrailli gazeteci Yoni Ben Menachem Kudüs Kamu İşleri Merkezi tarafından yayımlanan makalesinde seçim sonuçlarının Filistin Yönetimi’nde derin bir hayal kırıklığı ve hüsran yarattığını, Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Netanyahu’nun Batı Şeria’daki bazı bölgelere İsrail egemenliğini dayatacağından kaygı duyduğunu yazdı. Makalede, Filistin tarafının böyle bir adımı engelleme imkânından fiilen yoksun olduğunu söyleyen isimsiz Filistinli yetkililerin sözlerine yer verildi.
Netanyahu seçimlere üç gün kala Kanal 12’de yaptığı açıklamada yeniden seçildiği takdirde İsrail egemenliğini Batı Şeria’ya genişletmeye başlayacağını, buradaki yerleşimleri ilhak edeceğini ve bu konuyu ABD Başkanı Donald Trump’ın temsilcileriyle görüştüğünü belirtmişti.
Trump’ın Orta Doğu barış planı da Filistin Yönetimi için endişe kaynağı. Planın, Netanyahu’nun yeni koalisyon hükümetini kurma çalışmalarını tamamlamasından sonra kamuoyuna açıklanması bekleniyor.
Al-Monitor’a konuşan FKÖ İcra Komitesi üyesi Hanan Aşravi gelinen noktayı şöyle değerlendirdi: “Filistin liderliği, sağa meyilli olan İsrail toplumunu okuyarak seçim sonuçlarının böyle olacağını tahmin etmişti. Bu seçimler İsrail’in iki devletli çözümü tamamen ortadan kaldırdığını gösteriyor. Bizim önceliğimiz şimdi Filistin halkının kendi toprakları üzerinde direncini güçlendirmek. Çünkü İsrail bu toprakları kontrol etmek, demografik tehlike olarak gördüğü halkı da göndermek istiyor. Filistinliler kendi içlerinde büyük bir adım atmalı, yani bölünmüşlüğe son vererek birliklerini sağlamalı.”
Aşravi, Filistin yönetiminin uluslararası topluma, dünyadaki dost ve müttefik ülkelere başvuracağını, uluslararası hukuk ve uluslararası kurumlar çerçevesinde hareket edeceğini kaydetti.
Aşravi’ye göre Filistin Yönetimi’nin hâlâ oynayabileceği bir kozu var: FKÖ merkez ve ulusal konseylerinin askıda olan kararlarının uygulanmasını istemek.
FKÖ Merkez Konseyi Mart 2015’te İsrail’le siyasi ve ekonomik ilişkileri belirleme ve İsrail’le her türlü güvenlik koordinasyonunu bitirme kararı almıştı. Konsey Ekim 2018’de bu kararını teyit etti ancak karar hayata geçirilmedi. Filistin Ulusal Konseyi de Mayıs 2018’de İsrail 1967 sınırları temelinde Filistin Devleti’ni tanıyana kadar FKÖ İcra Komitesi’nin İsrail’i tanınmaması yönünde karar almıştı. Bu karar da hâlâ uygulanmış değil.
Aşravi “Bu yönde kararlar alınmış olsa da bunlar bir çırpıda uygulanamaz. Kararların tatbiki liderlik düzeyinde hazırlık ve istişare gerektiriyor” dedi.
Abbas’ın uluslararası ilişkiler danışmanı Nebil Şaat ise Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Kararların tatbiki Başkan’ın siyasi değerlendirmelerine tabidir. Filistin Yönetimi İsrail’e karşı her türlü seçenek ve alternatifi değerlendiriyor.”
Filistin tarafının şimdi “halk düzeyinde ve uluslararası düzeyde harekete geçmesi gerektiğini” söyleyen Şaat, İsrail’in riayet etmediği Oslo Anlaşmaları ile İsrail’le imzalanan diğer tüm anlaşmaların gözden geçirileceği hususunun Abbas tarafından her zaman dile getirildiğini vurguladı.
Şaat daha önce de Trump’ın açıklayacağı barış planının Filistin Yönetimi tarafından inceleneceği ancak yetersiz bulunacağı beklentisini dile getirmişti.
İsrail seçimlerinin bu şekilde sonuçlanmasının beklendiğini söyleyen Şaat, Filistin Yönetimi’nin hiçbir adayı tutmadığını vurguladı: “İsrail seçimleri bizim için bir şey ifade etmiyor. İsrail’deki partiler Filistinlilere kim daha çok baskı yapacak konusunda yarıştı. İsrail’de sol kalmadığı için adaylar arasında esaslı farklar yoktu.”
Kudüs Üniversitesi’nde siyaset bilimci olan Ahmed Refik Avad ise Al-Monitor’a şu değerlendirmede bulundu: “Netanyahu Filistin Yönetimi’nin en istemediği adaydı. Çünkü seçim programını, iki devletli çözümü ortadan kaldırmaya ve yerleşimleri teşvik etmeye dayandırdı. Bu durum, zaten gergin olan ortamı iyice kötüye götürecek ve Filistin Yönetimi’nin hazır olmadığı bir çatışmaya yol açacak.”
Avad şöyle devam etti: “Filistin Yönetimi şimdi sınırlı seçeneklere sahip. Net bir stratejisi olmadığı için ve (Filistin konusunda) zayıf kalan Arap rejimlerine, arabuluculara ve uluslararası topluma bağımlı olduğu için Filistin Yönetimi’nin İsrail politikalarına tepkisi her zaman gecikmiştir.” Nitekim tüm bu çabalar da başarısız olmuştur.
Filistin Yönetimi’nde planlama bakanlığı yapmış olan Kudüs Medya ve İletişim Merkezi Direktörü Hasan El Hatib’in yorumu ise şöyle oldu: “Filistin Yönetimi İsrail’e karşı zorlanacak ama bunun nedeni İsrail’in görüldüğü kadarıyla barış sürecini ve ikili diplomatik ilişkileri terk etmesi değil, Filistin tarafının güçlü pek çok unsurunu kaybetmiş olmasıdır. ABD (Filistinlilere karşı) alenen hasmane bir tutum sürdürürken, Arap dünyasında durum kırılgan ve bölünmüşlük hiç olmadığı kadar derin.”
Hatib şöyle devam etti: “Filistin Yönetimi bölünmüşlüğü sonlandırmaya, Filistinlilerin direncini artırmaya ve halkı, her alanda artacak olan baskılara karşı hazırlamaya odaklanmalı. Bu arada uluslararası toplumu Filistinliler lehine harekete geçirmek için çaba sarf edilmeli ve uluslararası hukuka odaklanarak özellikle ‘boykot, yatırımları geri çekme ve yaptırım’ hareketi üzerinden halklar düzeyinde de (İsrail’e karşı) çalışmalar yürütülmeli.”
Netanyahu’nun Batı Şeria’nın bazı kesimlerini ilhak etme ve yerleşim inşasını hızlandırma tehditleri, Filistin devletinin kurulma ihtimaline öldürücü son darbeyi vurmak anlamına geliyor. Bu da Filistin Yönetimi’ni varlık sebebini kanıtlamak durumunda bırakarak rencide edici bir çıkmaza sokuyor.