Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de izlediği “dindar nesiller” yetiştirme projesini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) taşıması adayı geriyor. KKTC Anayasa Mahkemesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolü dışında Kur’an kurslarının düzenlenmeyeceğine hükmetti. Karar “Kur’an kursları kapatılıyor” diye lanse edilirken Erdoğan, mahkemeyi hedef alıp tüm Kuzey Kıbrıs’ı tehdit etti.
2017’de yapılan yasal değişiklik, Din İşleri Dairesi bünyesinde Din İşleri Komisyonu’nun kurulması, bu komisyonun Kur’an kursları açması, sınav yapması, sertifika dağıtması, din görevlilerine yeterlilik sınavı düzenlemesi ve bunları atamasını öngörüyordu. Diğer temel değişiklik Din İşleri Başkan Yardımcısı’nın nasıl belirleneceğine ilişkindi. Düzenlemeye göre Din İşleri Başkanı, Başbakan’ın önerisiyle Cumhurbaşkanı tarafından beş yıllığına atanıyor. Yardımcı ise başkanın önerdiği iki kişi arasından yönetim kurulu tarafından seçiliyor. İptal başvurusu “imamlar sendikası” olarak bilinen HİZMET-SEN’den gelmişti. Sendika başkana keyfi atama yetkisi verildiği ve komisyon eliyle Kur’an kursu eğitiminin laikliğe aykırı olduğunu öne sürmüştü. Kıbrıslılar bu davaya kadrolaşma kavgası olarak bakıyordu.
Kararını 15 Nisan’da açıklayan mahkeme her türlü eğitimin Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetimi altında olması gerektiğini belirterek değişikliği anayasaya aykırı buldu. Mahkeme yarı özerk kurum sayılan Din İşleri Dairesi’nin Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi’nin tüzel kişiliği altında yer aldığını, anayasal statüsünün Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı ile aynı olmadığını, hâliyle bakanlıktan izinli olsa bile bu kurumun kontrolünde yürütülecek eğitim faaliyetinin “devletin denetim ve gözetimi altında olması” ilkesini karşılamadığını belirtti. Mahkeme atama konusunda da sendikaya hak verdi.
Aslında karar son derece hukuki ve teknik. Ama Kıbrıs’ın dinsel görünümünü değiştirmeye yönelik politikayı hedef aldığı varsayımından hareketle orantısız tepki çekti. Erdoğan, Kur’an eğitiminin engellenmesine izin vermeyeceklerini, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye'deki uygulamaları aynen hayata geçirmek durumunda olduğunu belirtip ekledi: “Mahkeme yanlışından süratle dönmelidir, aksi halde atacağımız adımlar farklı olacaktır… Laiklik anlayışı onların anladığı gibi değildir ve Kuzey Kıbrıs bir Fransa değildir."
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Lefkoşa’yı ziyareti sırasında ayar vermeyi sürdürdü. Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Sözcüsü sırasıyla KKTC’ye had bildirdi. İktidarın hariçten ortağı Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli de "Rumların değirmenine su taşıyan kepazelik" dedi.
KKTC hükümeti çaresizce gerekli düzenlemenin yeniden yapılıp kursların korunacağını belirterek Ankara’yı yatıştırmaya çalışıyor.
Türklük temelindeki müdahalelerden sonra “Sünni İslamcı” kodlarla gelen planlı dindarlaşma adalıların en çok korktuğu şey. Kıbrıslı gazeteci Hasan Kahvecioğlu, Erdoğan’ın adada egemen iki devletten bahsedip tanıdığını iddia ettiği ülkenin Anayasa Mahkemesi’ni aşağıladığını, mahkeme başkanını kendi kitlesine hedef gösterdiğini ve tüm Kıbrıslıları tehdit ettiğini belirterek “Kimsenin tanımadığı bu laik devletçik AKP’nin dinsel dönüşüm politikalarının adeta laboratuvarı haline dönüştürülüyor” yorumunu yaptı.
Kuzey Kıbrıs’ı şamarlayan bu yaklaşım, Türk tarafının iki devletli çözüm önerisiyle gideceği 27 Nisan’daki Cenevre buluşmasının öncesinde olması manidar. Bu durum, iki devletli çözüm önerisinin yarınında bağımsız bir devlet olmadığı, gizli ajandanın yeni bir Hatay senaryosunu içerdiğini düşündürüyor. Kahvecioğlu da Erdoğan’ın ilhakı hedefleyen yaklaşımını “Türk Enosis’i” olarak niteliyor.
Peace Research Institute Oslo (PRIO) Kıbrıs Merkez’in kıdemli araştırmacısı Mete Hatay ise Erdoğan’ın sözleriyle şok etkisi yarattığını söylüyor. Al-Monitor’a konuşan Hatay gözlemlerini aktarıyor: “Hukukçular Erdoğan’ın kullandığı dili saldırgan, buyurgan ve bağımsız yargıya saldırı olarak gördü. Ayrıca bağımsızlığın tanınmasının isteneceği Cenevre toplantısı öncesi KKTC’nin meşruiyetine büyük darbe vurulduğu birçok ortamda seslendiriliyor. ‘Türkiye saygı duymadığı bir yapıya başkalarından nasıl saygı isteyecek’ sorusu soruluyor.”
Erdoğan Türkiye’de biat mantığıyla oluşturduğu itaatkâr kitlenin bir benzerini Kıbrıs’ta bulamamanın sıkıntısını yaşıyor. Vesayetçi yönetim anlayışına karşı direnci anlamakta güçlük çekiyor. Geçmişte defalarca Türkiye’nin yardımlarını hatırlatıp Kıbrıslılara “nankör” muamelesi yaptı. Erdoğan sorunu adalıların seküler, dinle ilişkisi sınırlı ve biraz da başına buyruk karakterinde görüyor. Bunu değiştirmenin yolu dindarlaştırmak.
Hatay “Kıbrıslı Türklerin seküler yaşam kültürleri uzun zamandır AKP’yi rahatsız ediyor” deyip ekliyor: “2005’lerden sonra cami yapımına hız verildi. Daha mütedeyyin Kıbrıslı Türk yaratmak için din dersleri mecburi oldu, ilahiyat koleji açıldı, yazları binlerce öğrenci Türkiye’deki Kuran kursu kamplarına taşındı. Katılımcıların büyük çoğunluğu Türkiyeli göçmen ailelerin çocukları.”
Hatay’a göre 2002’e kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde sadece dokuz cami yapılmıştı. 2002’den günümüze 45 yeni cami inşa edildi. Bunların 35’i kiliselerin cami olarak kullanılmasına son vermek gerekçesiyle yapıldı. Şehirdekiler Müslümanlığın ve Türklüğün sembolleri olarak stratejik yerlere inşa edildi.
Kıbrıs’ın inanç profili üzerine çalışan Doç. Dr. Ali Dayıoğlu ise adanın dini görüntüsünü değiştirmeye yönelik çabaların Türkiye’deki iktidarların politikalarıyla paralellik arz ettiğini belirtiyor. Dayıoğlu’nun Al-Monitor’la paylaştığı bilgilere göre 2004’de Din İşleri İdaresi’nin kurulması bir mihenk taşıydı. Ardından zorunlu din dersi önerisi gündeme geldi ama Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinde olumsuz imaj oluşmasın diye vazgeçildi. Türkiye, AB’den uzaklaşırken adada İslami gündem tekrar öne çıkarıldı. Kaçak faaliyet yürüten Kur’an kurslarına 2009’da izin verildi. Sivil örgüt ve sendikaların tepkileri nedeniyle kurslar resmileştirilemiyordu. 2013’ten itibaren Kur’an kurslarının dört gün okulda bir gün camide düzenlenmesi kararlaştırıldı. Fakat öğretmenlerin yoğun tepkileri üzerine 2016 itibariyle bu faaliyet sadece camilerle sınırlandırıldı. Kurslarda 2009’da 2 bin olan öğrenci sayısı 2015’te 5 bine çıktı. Bu arada diğer okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri 2009’dan itibaren zorunlu kılındı. 2011’de Haspolat Meslek Lisesi’nde ilahiyat bölümü açıldı.
Ertesi yıl çok tartışılan Hala Sultan İlahiyat Koleji faaliyete geçti. Lefkoşa’da Vakıflar İdaresi’ne ait 200 dönümlük bir arazi “eğitim kompleksi” için Kıbrıs İlim, Ahlak ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’na (KİSAV) yıllık 100 TL bedelle 30 yıllığına kiralanmıştı. Kompleksin bir ilahiyat okulu ve bir camiden ibaret olduğu anlaşıldı. Bir özel üniversite 1996’dan beri bu araziye talipti. KİSAV araziyi aldığında henüz iki aylık bir vakıftı. Daha sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) katkısıyla külliyeye öğrenci yurtları eklendi. Sendikalara göre 2013’te ilahiyat kolejine harcanan para (12 milyon TL) okulların tamir ve donanımı için ayrılan paradan (11 milyon lira) daha fazlaydı. Din odaklı eğitimi reddeden sendikalar okulun kapatılması için 2014’te Eğitim Bakanlığı aleyhine dava açtı. Mahkeme müfredattaki uyumsuzluk nedeniyle projenin iptaline karar verse de bakanlık yeni bir düzenlemeyle okulu kurtardı. 2017’de kapatılması istemiyle yeniden açılan dava bu kez reddedildi.
2017’de Din İşleri Dairesi’nin kadro sayısının 67’den 346’ya çıkarılması kararlaştırıldı. 2017 itibariyle cami ve mescit 212’yi buldu. Tek bir cemevi bile inşa edemeyen Aleviler için ödenek ayrılmıyor.
Bu faaliyetlerde Türkiye Büyükelçiliği Yardım Heyeti üzerinden ayrılan mali kaynağı payı büyük. Elçiliğin 2009’da 11.5 milyon lira olan dini hizmetler ödeneği finansmanı sürekli artarak 2017’de 19 milyon liraya çıktı.
Türk hükümeti talebe karşılık verildiğini savunuyor. Dayıoğlu ise Türkleştirme planı çerçevesinde adaya yerleştirilmiş Türkiyelilerden talep olsa da Kıbrıslı Türklerin buna rağbet ettiğini düşünmüyor. Dayıoğlu’na göre Sünni-Hanefi tabanlı tepeden inme bir faaliyet yürütülüyor.
Hem Hatay hem Dayıoğlu dindarlaştırma projesinin Kıbrıslı Türkler arasında tutma şansını zayıf görse de göçmenler arasında dönüşüm potansiyeline dikkat çekiyor. Dayıoğlu 1974’den sonra yerleşenlerin adanın kültürünü özümsediğini ama 2000’den sonra gelenlerin daha muhafazakâr olduğunu vurguluyor.
Hatay da Erdoğan’ın göçmenlere ağırlık verme nedenini şöyle izah ediyor: “AKP projesi Kıbrıslı Türkler üzerinde istenildiği seviyede tutmadı. O yüzden adadaki göçmen Türkiyelilere yöneldiler. Dindar bir toplum oluşturmak istiyorlar. Bu amaçla onlarca göçmen derneği kuruldu. Bu tip ‘sivil toplum’ aracılığıyla Türkiye’nin etkisini hissettirmeye çalışıyorlar. Üniversiteler için ‘dini bütün’ yurtlar açıldı. Bunların tarikat bağlantılı olanlarının sayısı artıyor. Bu dernekler seçimlerde yurtdışı oylarını yani 100 bin Türkiyeli seçmeni AKP’ye kazandırmak için de seferber edildi. Derneklerin yanı sıra Din İşleri Dairesi üzerinden yardım kampanyaları düzenleyip fakirlere ulaşıyorlar.”
Özetle AKP planlı bir şekilde adanın ılımlı karakterine özgü inanç dünyasını aşındırıyor. Bu da siyasal İslamcılığın tohumlarının atıldığına dair kaygıları artırıyor.