Özellikle yabancı analistler Türkiye'nin cari açığındaki gidişata ve kısa vadeli borç yükümlülüklerine bakarak bir kur krizinin kaçınılmazlığına vurgu yaparken, Erdoğan yönetimi "dost dövizi" bularak muhtemel bir kur türbülansının önünü kesmeye çabalıyor.
Hükümet, enflasyonu ivmelendirme potansiyeli olan döviz artışına karşı dış piyasalardan kaynak girişi sağlayamayınca diplomatik yollarla döviz bulma çabasında ve bunu seçim tarihine kadar sürdürme gayretinde.
Erdoğan’ın ifadesiyle “dost ülkelerden” sağlanan milyarlarca dolarlık bu döviz, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Erdoğan'ın diplomatik adımlarına karşılık veren ülkelerden sağlanıyor ve döviz kurunu belli bir yerde tutmak için piyasaya satışta ve beklentileri yönetmede kullanılıyor.
Seçimlere yaklaşık altı aylık bir süre var ve döviz türbülansı üstünden yeni bir fiyat kasırgası, dolayısıyla seçime giderken yeni bir seçmen hoşnutsuzluğunun yaşanmaması için “dost dövizi” önemli. Ama bunun yeterli olup olmayacağı politik analizlerin ana konularından biri olmayı sürdürüyor.
Son zamanlarda, Türkiye’yi dışarıdan analiz eden bazı kuruluşlar Türkiye’nin yeni bir kur şoku yaşayacağı savına yer veriyorlar. Örneğin Japon bankası Nomura Türkiye, Mısır, Romanya, Sri Lanka, Çek Cumhuriyeti, Pakistan ve Macaristan’da kur krizi yaşanma riski olduğunu belirtti. Bu tahmin, çeşitli yatırım kuruluşlarının analizlerinde de var.
Bu tür analizlere temel oluşturan başlıca göstergeler, ülkenin kısa vadeli dış borç yükümlülüğü ile cari açığı. Bu yükümlülüklere karşı ülke yönetimlerinin ne gibi karşı önlemler geliştirdikleri ve geliştirebilecekleri ise yeterince göz önünde bulundurulmuyor.
Örneğin Türkiye’nin önümüzdeki 12 ayda yaklaşık 185 milyar dolarlık borç stokunu yenilemek zorunluluğunun yanı sıra yılın ilk sekiz ayında cari açığının 38 milyar dolara ulaşması, aşılması zor sorunlar olarak ifade ediliyor. Ayrıca Türkiye’nin risk priminin (CDS) tüm yükselen ülkelerden ayrışarak 500-600 bandında dolaşması, para piyasalarından dış kaynak temininde zorluklarla karşılaşacağı sonucuna götürüyor. Bunların yanı sıra, hem doğrudan yatırım hem portföy yatırımında gerileme yaşanması, ihtiyaç duyulan dövizin temininde büyük zorluklar yaşanacağı kanısını güçlendiriyor. Büyüyen döviz açığına karşılık, piyasadan ihtiyacı sağlamanın güçlüğü karşısında kur fiyatları üstünde bir basıncın ve fiyat patlamasının kaçınılmaz olduğu sonucuna gidiliyor.
Ne var ki Türkiye özelinde bu ağır basıncı hafifletmek üzere Erdoğan yönetiminin içeride firmalar ve bankalara nasıl bir baskı uyguladığı, böylece dolarlaşma ihtimalini bastırdığı, dışarıdan ise ekonomi dışı etkenlerle dış kaynak temin edildiği yeterince izlenmiyor, analizlerde eksik kalıyor.
Dışarıdan akmayan dövizin “dost ülkelerden” sağlandığını ve bunun süreceğini eylül ayı başında Erdoğan şöyle ifade etmişti: “Şu anda birçok dost ülke gerekli desteklerini, sağ olsun veriyorlar. Onlardan borçlanmamız Merkez Bankası olarak güçlenmemize neden oluyor. İnşallah bunu başarmak suretiyle de dövizdeki bu sıkıntıyı aşmış olacağız.”
“Dost ülkelerden” Merkez Bankası’na sağlandığı söylenen kaynakların daha çok yerel paraların takasından (swap) oluştuğu ve dolarla ifade edilecek olursa 30 milyar dolara yaklaştığı biliniyor. Bunlar daha çok Merkez Bankası rezervine “dolgu” işlevi gören destekler ama sıcak döviz olarak iş gören destekler de var ve Erdoğan bu girişleri özellikle politik ilişkilerini kullanarak artırmaya çalışıyor.
Azerbaycan devlet petrol fonu SOFAZ, Erdoğan ile dayanışma saikiyle 28 Ocak 2022 tarihinde Merkez Bankası’na altı ay vadeli 1 milyar euro tutarında mevduat yatırdığını duyurmuştu. Yıl ortasında vadesi biten bu mevduatın yıl sonuna kadar uzatıldığı açıklandı. SOFAZ’ın internet sitesinde yayınlanan açıklamada, mevduatın Türkiye’de finansal istikrarın korunmasına yardımcı olmasının hedeflendiği belirtilmişti. SOFAZ sözcüsü Ayan Najaf, “Türkiye’nin finansal istikrarı üzerindeki olumlu etkisi ve mevcut piyasa durumu göz önüne alındığında mevduatın uzatılmasına karar verildi” dedi.
Yakın zamanda Suudi Arabistan Maliye Bakanlığı sözcüsü, Türkiye Merkez Bankası’na 5 milyar dolarlık depo hesabı açmak üzere yapılan görüşmelerin son aşamada olduğunu duyurdu.
Reuters’e göre Katar’ın da Türkiye’ye 10 milyar dolara ulaşabilecek yeni kaynak girişi sağlaması için görüşmelerde son aşamaya gelindi.
Rusya’nın ulusal nükleer enerji şirketi Rosatom, Türkiye’deki Akkuyu nükleer santrali yapımı ile ilgili olarak Türkiye’ye 15 milyar dolarlık kaynak getireceğini bildirmiş ve bunun ilk dilimini hesaplara yatırdığı duyurulmuştu.
“Dost dövizlerinin” girişi ve içeride firma ve bankalara uygulanan muhtelif biçimlerdeki baskıların etkisiyle kurun özellikle Eylül-Kasım döneminde yatay seyri dikkatlerden kaçmıyor. IMF verilerine göre söz konusu üç ayda yükselen ülkeler Brezilya, Hindistan, Güney Afrika politika faizini yükseltme hamlesini kullandıkları halde dolar fiyatı bu ülkelerde yüzde 4 ile yüzde 2 arasında arttı. Türkiye ise yüzde 13 olan politika faizini üç ayda yüzde 9’a indirmesine rağmen dövize yapılan baskı ile dolar fiyatı ancak yüzde 2,4 arttı.
Ne var ki dövize baskı, dolarlaşmayı önlemek için uygulanan Kur Korumalı Mevduat’taki (KKM) 1,5 trilyon TL’nin dövize yönelişini zapt etmeyi zorlaştırıyor. KKM sahiplerine döviz getirisi garanti eden sistem, kur baskı altına alınınca cazibesini yitiriyor. Bu da KKM’de erimeyi başlatmış durumda. KKM’den çıkan mevduatın en azından bir kısmının yeniden dövizi tercih etmesi, döviz fiyatlarını artırıcı yeni bir rüzgârın esmeye başlaması demek. Bunu yönetmek ise hiç kolay görünmüyor.
Daha da önemlisi, sandığa gidecek seçmen açısından yüksek enflasyon hâlâ en yoğun şikâyet konusu. Yüzde 86 dolayında seyreden yıllık tüketici enflasyonun, yıllık yüzde 99 gıda enflasyonunun aralıkta aritmetik olarak yıllık bazda yüzde 65-70 bandına düşmesi kaçınılmaz. Ancak aylık artışlar yüzde 3 dolayında seyrettikçe yüksek enflasyon, gelirlerde yıl sonu ya da başında yapılacak düzeltmelere rağmen seçmenlerin sızlanma konusu olmayı sürdürecek ve dövize baskı bunu önlemeye yeterli olmayabilir.