HASANKEYF -- Son yıllarda inşaat çalışmalarının eksik olmadığı Hasankeyf’te pazar günü olmasına rağmen iş makinalarının sesi yükseliyor. Yıllardır süren tepkiler, protestolar, hukuki girişimler 12 bin yıllık geçmişe sahip antik kentin kaderini değiştirmedi. Artık sular altında kalacağı kesinleşen Hasankeyf’i önce diriler, şimdi de ölüler terk ediyor. İş makinaları bu kez mezarları nakletmek için çalışıyor.
Hasankeyf’in serin bir sonbahar günü son nefesini vermesine giden süreç 1960'ların sonunda sıcak bir yaz günü başladı. Hasankeyf yolunda katır sırtında bir grup insan belirdi. Bu insanların gelişiyle ilk önce kimse ilgilenmedi. Oraya sık sık gelen turistlerden oldukları zannedildi. Ancak halk yanılıyordu. Gelenler Hasankeyf'in binlerce yıllık tarihinin sonunu getirecekti. Dicle nehri üzerinde bir baraj kurulması planlanıyordu ve gelenlerde su kotunu ölçecek mühendislerdi. Yıllardır ilçeye hayat veren Dicle bu kez kentin hayatını söndürecekti. Katır sırtında gelen mühendisler su kotunu ölçerek gittiler. 20 Eylül 1980'de son karar verildi; bölgeye Ilısu Barajı yapılacaktı. Barajın göl suları ilçeyi tamamen yutacaktı. İlçeyle birlikte binyıllarca burada hüküm süren uygarlıkların izleri de yok olacaktı.
Yaklaşık 70 yıl önce hazırlanan ve ilk adımı 1960’larda atılan ancak bir türlü hayata geçirilemeyen karar çok tartışıldı. Tüm çabalara rağmen geri adım atılmadı. 1997'de yapılan ihaleyle sona doğru bir adım daha atılmış oldu. Ancak İngiliz hükümetinin Ilısu Barajı'nın inşası için Türkiye'ye vermeyi planladığı krediyi bir dizi şarta bağlaması ve talepleri içeren bir liste hazırlaması, o dönem Hasankeyflileri biraz olsun umutlandırdı. Bu umut havası barajın temelinin atıldığı 2006 yılına kadar sürdü. Tarihin derinliklerinden gelen Hasankeyf’in suların derinliklerine gömülecekti. Bir süre önce su tutulmaya başlanmasıyla artık geri dönülmez bir yola girilmişti.
Biz yine mezarlığa dönelim. İş makinaları sahibi olan mezarları tek tek açmaya başlıyor. Mezara inen iki kişi kemikleri özenle tabutun içindeki kefene sarıyor. İnşaat işçileri olmalarına rağmen, kemiklerin yerlerini ezbere biliyorlar. Kemiklerin hepsi çıkarıldıktan sonra tabut kapatılıp yeni yerine doğru yola çıkıyor.
Bu sırada 40’lı yaşlarda bir erkek giriyor mezarlığa. Bir mezarı işaret ediyor. Konuşmak istiyoruz ancak ağzından sadece “Bu bir zulümdür” cümlesi çıkıyor. Adını söyleyemeden gözyaşlarına boğuluyor. İşaret ettiği yerde annesi yatıyor. Mezarın açılmasını ve annesinin kemiklerinin çıkarılmasını yaşlı gözlerle izliyor. Bütün kemikler alındıktan sonra annesini ikinci kez gömecek olmanın acısıyla yeni mezarlığa doğru yola çıkıyor.
Mezarlar kazılırken yer gösteren bir adam gözümüze çarpıyor. Adı Ramazan Baytap, 70 yaşında. Ailesinin 300 yıldır bu bölgede yaşadığını söylüyor. Görevlilere yakınlarının mezarlarını gösteriyor. “Şu babam, şu annem, şu kız kardeşim” diye tek tek işaret ediyor.
Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Baytap, mezarların taşınmasından başka çareleri olmadığını söyledi. Baytap, “10’u aşkın mezarımız var. Herkes götürdüğünden biz de mecburen taşıyacağız mezarlarımızı. Orada hiç olmazsa gidip başında Yasin okuruz, dua ederiz. Biz aslında kaldırılmasını istemiyorduk ama yapacak bir şey yok. Oraya götürelim ki arada bir gidip dua edelim” dedi.
Çetin Çile eski ilçeyi ilk terk edenlerden. Yeni ilçeyi de beğenmediği için ilçe dışında kendi arazisi üzerine ev yapmış. Eski ilçeyle kalan son bağı annesi Hanife Çile’nin mezarıydı, şimdi onu taşımanın üzüntüsünü yaşıyor. Mezarının başında nemli gözlerle bekliyor. Kemikler alındıktan sonra tabutla beraber yeni mezarlığa doğru hareket ediyor. Annesinin kemiklerini yeni mezara kendi elleriyle koyuyor. Başında dua ettikten sonra Al-Monitor’un sorularını yanıtlıyor. O da mezarı mecburen taşıdığını vurgulayarak, “Annemin mezarı buradaydı. Suyun altında kalacağına mecburen taşıyoruz. Su altında kalırsa üzülürdük” diye konuştu.
Eski Hasankeyf’te turizm işletmecisi olan Bülent Başaran anne ve babasının mezarını birkaç gün önce taşımış. Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Başaran, ölümün acısını ikinci kez yaşadıklarını söyledi. Başaran, “Anne ve babamın mezarları İmam Abdullah Zaviyesi’nde idi. Bir süre önce taşıdılar mezarları. Ölüm ne kadar acı ise onu bir daha yaşadık” diye konuştu.
Mezarlarının taşınmasını isteyenler ilçe kaymakamlığına başvuruyor. Başvurudan sonra mezarın taşınmasına başlanıyor. Önce uzak köylerden başlandı. Şimdiye kadar 500’e yakın mezar taşındı.
Hasankeyf’in kurtarılması amacıyla yıllar önce kurulan Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi üyesi Rıdvan Ayhan, ilçenin sular altında kalacağına hâlâ inanmıyor. Al-Monitor’a konuşan Ayhan, “Hasankeyf 12 bin yıllık tarihe sahip bir kent. Ilısu Barajı'nın tehdidi altında ve sular altında kalacak. Gerçi ben hâlâ inanmıyorum. Bu tarihi eserlerin mutlaka sahibi çıkacak, onları koruyacaktır. Bu konuda mutlaka bir çalışma yürüteceklerdir ve Hasankeyf’i kurtaracaklarına inanıyorum. Çünkü bu miras yalnız bizlerin değil bütün dünya toplumlarının, insanların ortak mirasıdır. Yalnız bize ait olmayışından dolayı biz bu konuda karar veremeyiz. Sular altında kalıp kalmayacağını biz karar veremeyiz. Bütün dünya kamuoyuna sesleniyorum: Hasankeyf’in kurtarılması gerekiyor. Burada ekosistem değişeceğinden dolayı nem oranı artacak, canlılar etkilenecek, insanlar yaşamakta zorlanacak. Bunu çok iyi biliyoruz” dedi.
Mezarların taşınmasının acıları tazelediğini söyleyen Ayhan, şöyle devam etti: “İnsanlar gelip dedelerim, babalarının mezarlarını aldıklarında o acıyı tekrar yaşıyorlar. Üstte yaşayanlar olarak rahatımız olmadığına göre yer altında ölenlerin bile rahatı yok, onlar da buradan alınıp başka yere naklediliyor.”
Her ne kadar Ayhan hâlâ inanmasa da Ilısu Barajı’nın suları her saat birkaç santim daha yükseliyor. Kimilerine göre baraj, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri birbirinden koparmak için yapılıyor. Yetkililer ise enerji ve sulama tezinde ısrarlı. Ortada olan tek gerçek ise 12 bin yıllık medeniyet mirasının, ömrü 50 yıl olan bir baraja kurban edildiği.