İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi 25 Ağustos’ta kameraların karşısına geçip İran’a ait bir insansız hava aracının İsrail’e yönelik saldırı girişiminin doğrudan Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani tarafından yönetildiğini duyurduğunda bu açıklamanın belirgin bir amacı vardı: İran’la artan sürtüşmelerin İran halkıyla, hatta İran rejimiyle bir savaş olmadığını resmi olarak beyan etmek.
Üst düzey bir İsrail güvenlik kaynağı kimliğinin saklı kalması kaydıyla Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Mevzu Süleymani. İsrail’e karşı mücadeleye öncülük eden kilit isim Süleymani. Bunu büyük bir kararlılıkla yapıyor ve verilen mesajları almıyor. İsrail’in nerede ve ne zaman olursa olsun Kudüs Gücü’nün peşinden gideceğini, onun kapasite gelişimini ve potansiyel tehditlerini takip edeceğini Süleymani anlamak zorunda.” Başka bir deyişle yetkili bunun ulusal bir savaş olmadığını söylüyordu.
Keskin kulaklar bu ifadelerde İsrail’in Süleymani konusunda yaşadığı ikilemi ayırt edebilirler. İsrail’i Körfez’den Akdeniz ve Kızıldeniz’e kadar çevreleyip düşman unsurlarla kuşatma gayretlerinin Süleymani tarafından adeta tek başına yürütüldüğünden kimsenin kuşkusu yok. İsrailli yetkililer Süleymani’nin azmine hayran. İsrail’den aldığı sert ve bazen de küçük düşürücü darbelere rağmen Süleymani azminden hiçbir şey kaybetmiyor.
Süleymani birkaç alanda İsrail’e karşı son derece dezavantajlı konumda: İsrail’in hasımlarının ışık yılı önünde olduğu istihbarat alanı, İsrail’in İran ve Hizbullah’ın yine çok ilerisinde olduğu teknoloji alanı ve İsrail hava kuvvetlerinin rakiplerine karşı kesin üstünlüğe sahip olduğu hava gücü alanında.
Süleymani ile İsrail’in tek benzerliği kararlılıkları. İsrail Süleymani’nin kararlılığının dinsel kaynaklı olduğunu biliyor. Burada kişisel bir yargı söz konusu değil. O, İsrail’i yok etmekle görevlendirilen Şii bir elçi ve bu ilahi emir ona, kürekleri kırılsa da deniz bitse de kürek çektirmeye devam ediyor.
Süleymani-İsrail savaşında 22 Ağustos’ta yaşananlar şöyle özetlenebilir: İsrail hava kuvvetleri gece saatlerinde Suriye’nin Akraba köyünde üç tesisi imha etti. Buradan, Golan Tepeleri’ndeki İsrail hedeflerine yönelik patlayıcı İHA saldırısı planlanmıştı. Aynı gece Beyrut’un Dahiye semti üzerinde uçan iki tane İHA infilak etti. Bunlardan biri patlayıcı yüklüydü. Küplere binen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ertesi gün savaş konuşmasını andıran bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan yarım saat önce ise İsrail birkaç gün evvel çekilen itham edici bir video yayınladı. Videoda Golan Tepeleri’nde bulunan Hizbullah militanları patlayıcı İHA’lar uçurmaya çalışıyordu. Anlaşıldı ki İsrail 48 saat önce bu saldırıyı da sessizce engellemiş, güney Lübnan’dan gelen iki Hizbullah savaşçısı öldürülmüştü.
Nasrallah’ın konuşması sürerken İran’ın Gazze Şeridi’ndeki müttefiki İslami Cihat, bir yaz festivalinin yapıldığı güney İsrail’deki Sderot kentine roketler attı, binlerce insanı paniğe sevk etti. Tüm bunlar yaşanırken, Şam’a gitmekte olan Şii milislere ait bir konvoy Irak’tan Suriye’ye geçerken esrarengiz uçaklarca bombalandı. Maaşlarını İran’dan alan ve aralarında üst düzey bir komutanın da bulunduğu dokuz Şii militanın öldürüldüğü bildirildi.
İsrail ordusu kuzey sınırındaki birlikleri takviye etti. Nasrallah ise oyun kurallarının değiştiğini, Hizbullah’ın intikam saldırısına girişebileceği mesajını verdi. Yorucu, gerilimli ve uğursuz bir gün böylece sona erdi. Ancak Süleymani için tüm bunlar sadece bir prova niteliğindeydi.
Tahran’daki pragmatik kanat ile Süleymani arasındaki çatlak uzun zamandır var ama gelinen noktada bu mücadeledeki galibin belirlendiği anlaşılıyor. Süleymani neredeyse tüm kontrolü ele geçirmiş durumda ve Dini Lider’in tam desteğine sahip. İsrail şimdi Süleymani ile ortakları Nasrallah ve Suriye lideri Beşar Esad arasındaki çatlakları test ediyor.
Nasrallah’ın durumu karışık. Hizbullah lideri İHA’lardan, İsrail’e yönelik saldırı planından haberdar mıydı? Nasrallah’ın adamları Akraba’da ne yapıyordu?
İkinci soruya verilen cevap, Hizbullah mensuplarının İslam Devleti ile mücadeleyi sürdürdüğü yönünde. Nasrallah güney Lübnanlıları Tahranlılara feda ediyor. Akraba’daki tesisin Hizbullah’a değil İran’a ait olduğu gerçeğinin İsrail tarafından bilindiğini biliyor. Başka örgütlerin, hayali faaliyetlerin arkasına saklanamayacağının farkında. İsrail ise nerede ne yapıldığını, işin başında kimin olduğunu eksiksiz biliyor. Nasrallah bugün Süleymani’ye hizmet ediyor ve ileride bunun bedelini ödeyebilir. Hizbullah lideri karar vermek zorunda: Lübnan’ı mı savunacak yoksa İran’a mı hizmet edecek?
İsrail Suriye’de İHA saldırısı planlayan teröristlere yönelik iki operasyonu üstlenirken, Irak sınırındaki saldırı ve Dahiye semalarında Nasrallah’ın tepesinde esrarengiz şekilde infilak eden iki İHA konusunda sessizliğini koruyor. İsrail’in İran’a ait saldırı İHA’larını uzaktan kontrol etmeyi başararak Nasrallah'ın kalesine yönlendirdiğine dair komplo teorileri var. İsrail’in böyle bir operasyonu gerçekleştirecek teknolojiye sahip olduğu iddia ediliyor. Lübnan medyasına göre infilak eden İHA’lar İran’da üretilmişti. Deliller dolaylı ama gerçeğin ileride ortaya çıkması bekleniyor.
Her hâlükârda eğer bu olayın arkasında İsrail varsa operasyonun fiziki zarardan çok psikolojik etki yaratmaya dönük olduğu aşikâr. Nasrallah’a verilen mesaj basit: Dahiye’de bile güvende değilsin. İsrail Lübnan’a saldırmanın bedelinin farkında ama güvenlik menfaatlerini savunmaktan çekinmeyecek.
Esad’a gelince… İsrail burada da daha keskin mesajlar verme, baskıyı artırma niyetinde. Kıdemli bir İsrail güvenlik yetkilisine göre Esad o gün geri planda kalmaya çalıştı ama bununla paçayı sıyıramaz. Kaynağa göre hem Esad hem Rusya ve ABD şunu idrak etmeliler: Suriye İran’ın “vekilleri” tarafından üs olarak kullanıldıkça bu ülkeye huzur gelemez, herhangi bir düzenleme veya yeniden inşa süreci olamaz. Bedeli ne olursa olsun İsrail hem bu örgütlerin hem de bunların faaliyetlerine izin veren devletin peşinde olacak. Rusya’nın milisleri İsrail sınırının en az 80 kilometre uzağında tutma sözleri boş çıktı. İsrail’in kendi işini kendi görmesi gerekecek.
İsrail Hizbullah’tan Nasrallah’ın işaret ettiği askeri misillemeyi beklerken asıl sıkıntı ABD Başkanı Donald Trump’tan kaynaklanıyor. Trump’ın İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle görüşebileceğine dair haberler, ayrıca Trump’ın “İran iki buçuk yıl önceki o eski İran değil” gibi yumuşak ve gerçekçi olmayan açıklamaları, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu için tehlike belirtisi oluşturuyor ve en kötü durum senaryosunun – Trump’ın İran’a baskı yapmaktan vazgeçmesi, Ruhani’yle görüşüp Kuzey Kore emsalinde olduğu gibi onunla “aşk yaşaması” ve ayetullahlarla mücadele hevesini kaybetmesi – hiç olmadığı kadar yakın olabileceğine işaret ediyor. Böyle bir durumda İsrail yeniden tek başına kalır.