2 Ekim’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda ortadan kaybolan ve öldürüldüğü anlaşılan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı hakkında İsrail’de yorum yapacak yöneticiler bulmak zor. Bakanlardan tutun Knesset üyeleri ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerine kadar herkes bu konudan köşe bucak kaçıyor.
Bunun nedeni İsrail’in, bir anda tepetaklak olan iki kutup arasında sıkışıp kalması. İsrail bir yandan Suudi Arabistan’ın müttefiki diğer yandan Türkiye ile sert bir rekabet içinde. Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman İsrail’de ülkesini yeni bir döneme doğru götüren neredeyse liberal bir reformcu olarak görülürken Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gazetecileri hapseden, demokrasiyi bastıran cahil bir diktatör olarak görülüyor. Şimdi tüm bunlar altüst olmuş durumda. Kaşıkçı olayında Suudiler kötü adam, Erdoğan ise sorumlu davranan, demokrasiyi savunan olgun ve aydın bir lider konumunda. Yani en azından İsrail’in bakış açısından işler tamamen tepetaklak olmuş durumda.
Suudiler kendi konsolosluklarında bir gazeteciyi öldürmekten çekinmeyen vahşi katiller ve aynı zamanda geride pek çok kanıt bırakan, özensiz amatörler gibi görünüyorlar. Türk tarafı ise bu dehşet verici olayda parçaları birleştirmekte hiç mi hiç zorlanmadı. Bu durumda İsrail’in yapabildiği tek şey sessiz kalmak ve sessiz kalma lüksü olmayan ABD Başkanı Donald Trump’ın daha kötü durumda olmasından teselli bulmak.
İsrail devlet televizyonu Kan 16 Ekim’de Genelkurmay Başkanı Gadi Eizenkot’un ABD’de yapılan bir genelkurmay başkanları toplantısında Suudi mevkidaşı Feyyad El Ruveyli ile gayri resmi bir görüşme yaptığını bildirdi.
İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki gayri resmi ilişkilerin ve birçok ortak menfaatin hassasiyeti nedeniyle kimliğinin gizli kalmasını isteyen İsrailli bir diplomatik kaynak Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Suudiler bir karar vermek zorunda. Hem karnım doysun hem pastam dursun diyemezler. Vermeleri gereken karar şu: İsrail’le yakınlaşmak, ABD’yle ittifaklarını korumak, kadınlara verilen araba kullanma hakkı gibi reformları sürdürmek mi istiyorlar yoksa ters istikamete dönüp muhalifleri yok etmek için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i gölgede bırakacak yöntemler kullanarak ayakta kalan bir diktatörlük olmak mı istiyorlar?”
Perde arkasında İsrail Suudi Arabistan’ın yanında durmaya devam ediyor. Zira mevcut koşullarda Kaşıkçı olayını “görmezden gelme” dışında seçeneği yok. Kıdemli bir İsrailli bakan adının açıklanmaması kaydıyla Al-Monitor’a şöyle dedi: “İran’a karşı mücadele her şeyin üstünde. İsrail’in ulusal güvenliği ve İran tehdidi bizim için birinci gündem maddesi. Suudi Arabistan’ın iç meseleleri (İsrail için) daha az önem arz ediyor, daha az ilgi çekiyor.”
Bakana göre “Bu olay Obama döneminde yaşansaydı, Başkan’ın (2009’daki) Kahire konuşmasından da anlaşılacağı üzere Amerikalılar son sürat Suudi Arabistan’a düşman kesilirdi.”
Trump’ın tam aksi bir yaklaşım izlediğini ve bunun Orta Doğu’daki koşullara daha uygun olduğunu söyleyen bakan şöyle devam etti: “Unutmayalım ki Obama Tahrir Meydanı’nda gösteriler başlar başlamaz (eski Mısır Cumhurbaşkanı) Hüsnü Mübarek’i hemen sattı. Onun zamanında demokrasi her şeyden önce geliyordu. Trump olsaydı bu asla olmazdı. Trump şu an İran meselesinin daha önemli olduğunu, demokrasinin beklemesi gerektiğini görüyor. Ne de olsa Thomas Jefferson’ın ideallerinin burada, Orta Doğu’da esamesi okunmuyor.”
İsrail’in tarihin yanlış tarafında durması bir ilk değil. Bunun en bariz örneği zamanında Güney Afrika’daki Apartheid rejimiyle gizli ittifak yapmasıydı. Ancak o yıllarda işler farklıydı. İsrail dünya sahnesinde tecrit edilmişti ve her türlü desteğe muhtaçtı. Bu desteği Güney Afrika’da, hem de cömert miktarlarda buldu. Fakat o dönemde bile İsrail diğer tarafa da el uzattı, direnişin lideri Nelson Mandela’ya tutuklandığı 1962 yılı öncesinde Güney Afrika dışında eğitim verdi.
Bugünkü durum ise tamamen farklı. Başbakan Benjamin Netanyahu Beyaz Saray’a serbest girişin tadını çıkarıyor ve burada görülmemiş bir nüfuza sahip. İsrail uluslararası alanda hiç olmadığı kadar güçlü konumda ve artık dışlanmaya izin veremez. Ayrıca İsrail’le Suudi Arabistan arasında var olduğu söylenen ittifakın gizliliği İsrail’e ilk kez avantaj sağlıyor. Zira İsrail Kaşıkçı olayı gibi sıkıntılı bir meselede Suudileri açıktan savunmak zorunda kalmıyor. Peki, gazetecinin öldürülmesi İsrail’in Suudilerle temaslarını ve Veliaht Prens ile olduğu söylenen gizli ilişkilerini etkiler mi? Diplomatik kaynaklara göre kesinlikle hayır.
Öte yandan yıllarca İsrail-Filistin müzakerelerinde yer almış kıdemli bir Filistinli yetkili Al-Monitor’a şöyle konuştu: “Muhammed Bin Selman’ın reform yaptığı efsanesinin tutar tarafı yok. O bir liberal değil, yaptıkları da reform değil. Herkesi kandırıyor. Her şey dış dünyaya yönelik bir şov. İçeride Suudi rejimi yönetimi eleştiren herkesi gaddarca bastırmak dâhil yıllardır uyguladığı politikalara devam ediyor. Bunun son örneğini İstanbul’daki konsoloslukta gördük.”
Netanyahu 17 Eylül’de her ikisi de Türkiye’nin ezeli rakibi olan Yunanistan ve Kıbrıs’ın (Rum kesimi) dışişleri bakanlarıyla Kudüs’te bir araya gelmişti. Kanal 10 Netanyahu’nun bu görüşmede Türk ekonomisinin durumu hakkında karamsar konuştuğunu, Erdoğan’ın ekonomide sağlıklı kararlar veremediğini söylediğini bildirdi. Habere göre Türkiye’deki durumun kötüye gittiğini söyleyen Netanyahu, “Erdoğan bana ikide bir ‘Hitler’ diyor. Bu sistematik bir durum. Ben tünelin ucunda ışık görmüyorum.” demişti.
Netanyahu’ya göre İsrail ve Türkiye, Suriye savaşı nedeniyle yakınlaşmıştı ama aralarında şu an istihbarat alanında iş birliği yoktu. İsrail büyükelçisi Ankara’dan kovulmuştu. Netanyahu, ABD-Türkiye ilişkilerinde de ABD’deki ara seçimlere kadar herhangi bir düzelme olmayacağını öngörmüştü. Bu öngörü daha sonra yanlış çıktı. Türkiye tutukladığı Amerikalı misyoner Andrew Brunson’u serbest bıraktı ve ikili ilişkiler bir ölçüde düzeldi. Netanyahu ayrıca şu ifadeleri kullanmıştı: “Erdoğan öngörülmez ve pervasız biri. (…) Bir NATO üyesinde (Rus yapımı) S-400 füzesi olması tam bir oksimoron. F-35 uçaklarına sahip olmaları da beni endişelendiriyor.”
Netanyahu medyaya yönelik tutumu nedeniyle İsrail’de ciddi şekilde eleştiriliyor. İsrail’de gazetecilerin ortadan kaldırılması veya hapse atılması söz konusu değil ancak basın özgürlüğünün son birkaç yılda kötüye gittiği ortada. Medyanın konumu zayıfladı. İsrail’deki neredeyse tüm bağımsız medya kuruluşları, hükümeti eleştirme kabiliyetlerini zayıflatan ekonomik ve başka tehditlerle karşı karşıya. Yine de İsrailli gazeteciler Türk meslektaşlarına göre kıyas kabul etmeyecek kadar iyi durumda. Başka bir deyişle, Netanyahu hâlâ Erdoğan’a laf söyleyebilir. Sorun şu ki durumun hep böyle devam edeceğinin hiçbir garantisi yok.