İsrail ordusunun geçtiğimiz günlerde sunduğu yıllık istihbarat değerlendirmesinde 2020 yılında Türkiye’yle doğrudan çatışma öngörülmediği ancak izlenmesi gereken başlıca tehditler arasında ilk kez Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın agresif bölgesel politikalarının sayıldığı bildirildi. Oldukça soğuk seyreden Türkiye-İsrail ilişkilerine bakıldığında Filistin meselesini ve terörle mücadeleyi kapsayan siyasi alanın yanı sıra enerji alanında da gerilim potansiyeli görülüyor.
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs (Rum kesimi) 2 Ocak’ta Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya doğal gaz taşıyacak bir sualtı boru hattının yapımı için anlaşma imzaladılar. EastMed projesi ile İsrail ve Kıbrıs açıklarındaki sahalardan çıkarılacak gazın önce İtalya’ya, oradan da Avrupa’nın diğer ülkelerine ulaştırılması, böylece Avrupa’ya Rus gazı dışında istikrarlı bir gaz akışı sağlanması amaçlanıyor. Diplomatik bir başarı olmakla birlikte proje, üç taraf ülke ile Türkiye arasında doğal gaz konusunda ve ilişkilerin genelinde süren krizi daha da tırmandırmış durumda.
İsrail’in karasularında gaz bulmasıyla başlayan ve son 10 yılda giderek artan İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki üçlü işbirliği, boru hattı anlaşmasıyla yeni bir aşamaya ulaştı. Enerji alanındaki işbirliği, geçen yıl kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile ivme kazanmıştı. Enerjide bölgesel işbirliğini artırmayı amaçlayan bu platformda şu an İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs’ın yanı sıra Mısır, Ürdün, Filistin Yönetimi ve İtalya yer alıyor. Fransa katılma isteğini bildirmiş durumda, ABD ise daimi gözlemci olmak istiyor.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu anlaşmanın imza töreninde şu ifadeleri kullandı: “Bugün İsrail için tarihi bir gündür. Çünkü İsrail enerji alanında hızla bir süper güç, enerji ihraç eden ülke hâline geliyor. (…) Tarihi bir gün olmasının bir diğer nedeni, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasındaki işbirliğinin güçlenmesidir. Bu, Doğu Akdeniz’de ekonomik ve siyasi boyutu olan, bölgede güvenlik ve istikrara katkı yapan, gerçek bir ittifaktır.”
Netanyahu’nun heyecanına rağmen anlaşmada her şey göründüğü kadar sorunsuz değil. Dünya pazarındaki gaz bolluğu ve düşük fiyatlar nedeniyle projenin ekonomik açıdan ne kadar kârlı olacağı belli değil. Ayrıca, dünyanın en uzun ve en derin sualtı boru hattı olacak bu hat, hem teknolojik açıdan hem de emniyet açısından ciddi zorluklar yaratacak. Öyle ki bazı uzmanlara göre gazın Mısır’daki tesislerde sıvılaştırılması çok daha iyi bir seçenek.
İsrail daha ilk kazma atılmadan projenin diplomatik meyvelerini topluyor. İsrail-Yunanistan-Kıbrıs ilişkileri siyasi zemine de uzanırken, bakanlar ve liderler arasında düzenli zirveler yapılıyor, ortak tatbikatlar başta olmak üzere askeri işbirliği artıyor. Dolaylı olarak bu yeni ittifakı tetikleyen faktör, Türkiye’nin bölgede daha iddialı bir duruş sergilemesi ve Erdoğan’ın iktidara gelişinden sonra, özellikle 2010’daki Mavi Marmara olayının ardından Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulması oldu. Yunanistan ve Kıbrıs açısından İsrail’le görünür bir işbirliği içinde olmak, Türkiye karşısında caydırıcılıklarına katkı yapıyor.
Nitekim Türkiye boru hattı anlaşmasına olumsuz tepki verdi. Ankara, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de jeopolitik olarak hapsetmeye ve gaz zenginliğinden dışlamaya yönelik yeni bir araç olarak görüyor. Dahası, yeni proje Türkiye’nin Doğu’yla Batı arasında önemli bir enerji merkezi olma stratejisini tehdit ediyor. Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 8 Ocak’ta Rusya’yı Bulgaristan’a bağlayan Türk Akımı doğal gaz boru hattının açılışını yaptılar. Bunun yanı sıra Türk yönetiminin yakın çevresinde hegemonya kurmayı ve Akdeniz’de Osmanlı dönemini çağrıştıran bir deniz gücü olmayı gerçekten arzuladığı görülüyor. Türkiye’nin deniz kuvvetlerini önümüzdeki üç yılda 20’den fazla yeni gemiyle büyütme planları da bu arayışı yansıtıyor.
Ankara’nın enerji ve deniz politikaları, askeri ve diplomatik hedeflerin yanında iç politikaya da hizmet ediyor. Kıbrıs başta olmak üzere Müslüman olmayan güçlerle restleşmek, Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tabanında ve İslamcı olmayan milliyetçi ortakları arasında destek buluyor.
Dolayısıyla Ankara kendi bakış açısıyla İsrail ve Mısır’ın Doğu Akdeniz’de birlikte inşa etmeye çalıştıkları stratejik mimarinin Türkiye’yi “çevrelemesine” karşı mücadele ediyor. Bu kapsamda Türkiye, Kıbrıs’ın (Rum kesimi) ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin aynı anda hak iddia ettiği bölgelere donanma gemileri eşliğinde sondaj gemileri gönderdi. İhtilaflı bölgelerde Kıbrıs’ın araştırma gemilerini tehdit eden Türk deniz kuvvetleri, kasım sonunda da bir İsrail araştırma gemisini bölgeden ayrılmaya zorladı.
Gerilimi artıran bir diğer gelişme Ankara’nın uluslararası tanınırlığa sahip Fayiz El Sarrac liderliğindeki Libya hükümetiyle imzaladığı ve 27 Kasım’da açıkladığı anlaşma oldu. İki ülke arasında deniz sınırlarını belirleyen anlaşma, Yunan adalarının varlığını göz ardı ederek Akdeniz’i ikiye bölüyor. Türkiye açısından bu anlaşmanın amacı açıkça Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na çalım atmak ve İtalya’ya uzanacak boru hattının güzergâhını keserek Kıbrıs’ın umutlarını kırmak, olası yatırımcıları ürkütmek ve ilgili tarafları Ankara’yı muhatap almaya zorlamaktır.
Zamanlamaya bakılırsa EastMed projesinde atılan imzalar Türkiye’nin bu hamlesine meydan okuma olarak görünüyor. Ankara, Libya’yla imzaladığı deniz sınırı anlaşmasını, Sarrac’a savaşçı desteği gönderme niyetiyle pekiştirdi. Libya’da General Halife Hefter ile rakip yönetimi destekleyen Putin’in son günlerde Erdoğan’la birlikte Libya’da ateşkes için çabalaması, Türkiye’nin hamlesinin başarılı olduğuna işaret ediyor.
İsrail-Türkiye çekişmesi kontrolden çıkabilir mi? İsrail Erdoğan yönetimindeki Türkiye’yi hasım olarak görüyor. Tabii, İsrail’in daha baskın ve saldırgan düşmanları varken Türkiye ikincil sırada geliyor. Mevcut gerilim, İsrail’in Leviathan sahasından Ürdün ve Mısır’a gaz gönderme planları yaptığı bir ortamda yükseldi. Nitekim bu planlar geçtiğimiz günlerde hayata geçti.
Netanyahu gaz üretimini ve özellikle gaz ihracını İsrail’in uzun vadeli ekonomik güvenliği açısından kritik bir unsur olarak tanımlıyor. Doğu Akdeniz’deki gaz konulu işbirliği düzenlemeleri ve üçlü stratejik ittifak, İsrail’i bölge ötesi bir güç olarak tasavvur eden Netanyahu’nun uzun vadeli vizyonunun kilit unsurlarını oluştururken, kısa vadede de seçimlere yönelik stratejik ustalık ve başarı söylemlerine hizmet ediyor. Türkiye ise bu başarıya ket vurmaya çalışırken tehdit skalasında daha üstlere çıkıyor olabilir.
Ankara’nın yakın zamanda gaz konusunu İsrail’le görüşmeyi teklif ettiği bildiriliyor. Türkiye’ye alenen düşmanlık yapmakta çıkarı olmayan İsrail ise şekil vermekte olduğu yeni bölgesel hizalanmanın Türkiye’ye karşı olmadığını söylüyor. Gerilimin yükselmesi İsrail’in kritik önem taşıyan deniz ticaretinde riskler doğurabilir. Dahası İsrail’in bir NATO üyesiyle kafa kafaya gelmesi büyük bir sıkıntı yaratır. İşi cepheleşmeye vardırmadan ölçülü hareket etmeyi gerektiren bir başka neden de şu: İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs’ın askeri anlamda ciddi karşı önlemler alamayacaklarını ya da bu konuda istekli olmayacaklarını hesaplıyor.
Öte yandan, İsrail ve Türkiye’nin güç gösterisinde bulunmak, mevcut ve olası menfaatlerini korumak için deniz kuvvetlerine görev vermeleri ihtimal dışı değil. Yukarıda belirtildiği gibi Türk ve İsrail gemileri arasında şiddet içermese de gerilimli bir hadise yaşanmış durumda. Türkiye’nin aralık ayında da Kuzey Afrika’ya ziyaret amaçlı savaş gemileri gönderdiği, Kıbrıs Türk tarafına da insansız hava araçları konuşlandırdığı bildirildi.
Doğal gaz ve seyrüsefer konularının hem İsrail hem de Türkiye için önem arz etmesi, bozulan diplomatik ve askeri ilişkiler nedeniyle iki ülke arasında yeterli kriz yönetim mekanizmalarının olmaması ve iki ülkede de liderlerin geri adım atmama, güçlü görünme ihtiyacı hissetmesi, Akdeniz’de gerilimi yükseltebilecek bir sürtüşme potansiyeli yaratıyor. İsrail ile Türkiye arasında şiddet ihtimali artmıştır. Bu ihtimal hâlâ yüksek olmasa da artık göz ardı edilebilir düzeyde değildir.