STOCKHOLM/UPPSALA, İsveç — Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından NATO üyeliğine başvuran İsveç’in Türkiye’nin veto tehdidiyle karşı karşıya kalması, İsveç’teki Kürt azınlığı gündemin merkezine oturttu. Adeta bir Netflix dramasına dönüşen olaylar, İsveç kimliği üzerine zorlu bir tartışma tetiklerken Başbakan Magdalena Andersson’un hükümetini de salladı.
Andersson ve Sosyal Demokratlardan oluşan azınlık hükümeti 7 Haziran’da parlamentoda güvensizlik oylamasıyla karşı karşıya kaldı. Eylüldeki seçimler öncesinde hücuma geçen sağcı muhalefetin verdiği gensoru önergesi, rekor seviyeye ulaşan çete şiddetini durduramadığı gerekçesiyse adalet bakanını hedefliyordu. Görünen o ki hükümetin kaderi, eski bir gerilla olan Kürt asıllı bağımsız vekil Emine Kakabaveh’in elindeydi. Hükümet daha önce bütçe dâhil önemli bazı düzenlemeleri Kakabaveh’in oyu sayesinde geçirebilmiş, Kakabaveh ise bu kritik desteğini Sosyal Demokratların kuzeydoğu Suriye’de Kürt önderliğindeki özerk idareyi desteklemesi koşuluna bağlamıştı.
Türkiye bu oluşumu ulusal güvenliğine tehdit olarak görüyor. İdaredeki pek çok üst düzey kadronun geçmişte PKK’de faal olması, Türkiye’nin öne sürdüğü gerekçelerden biri. Türkiye bugünlerde benzer gerekçelerle Suriye’de, DAEŞ olarak da bilinen İslam Devleti’yle mücadelenin ön saflarında yer alan ABD destekli Kürt örgütü Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) hedefleyen yeni bir askeri harekât tehdidinde bulunuyor.
Sosyal Demokratların Kakabaveh ile geçen kasımda yaptığı tartışmalı anlaşma Türkiye’yi kızdırdı ve onun bugün NATO bağlamında öne sürdüğü taleplere zemin teşkil etti. Türkiye İsveç’in Kürt “teröristlere” destek verdiğini iddia ediyor ve NATO üyeliğinin önkoşulu olarak bunun son bulmasını istiyor. Türkiye’nin Stockholm büyükelçisi, PKK’ye sempatisini gizlemeyen Kakabaveh’in Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini söyledi ancak çok geçmeden vekilin Türkiyeli değil İran kökenli bir Kürt olduğunu öğrendi.
İsveç’in ilk kadın başbakanı olan Andersson, adalet bakanının geçer oy alamaması hâlinde istifa tehdidinde bulunmuş, ülkenin önemli güvenlik sıkıntılarıyla yüzleştiği bir dönemde muhalefeti sorumsuzca hareket etmekle suçlamıştı.
Kakabaveh ise geri adım atmamış ve Suriyeli Kürtlere destek teyit edilmezse 7 Haziran’da hükümetin yanında durmayacağını söylemişti. 6 Haziran’da Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Kakabaveh, “Kürtler DAEŞ tarafından, Türkiye tarafından saldırıya uğrarken niçin destek görmesinler? Onlar tüm dünya adına teröristlerden, DAEŞ’ten kurtulmak için savaştılar. İsveç Türkiye’nin taleplerini kabul ederse bu, DAEŞ’in yeniden güçlenmesi anlamına gelecek” şeklinde konuştu.
Kakabaveh, istediği güvencelerin oylamaya saatler kala hükümet tarafından verildiğini söyledi ve oylamada çekimser kaldı. Böylece hükümet de şimdilik ayakta kaldı.
Pek çok İsveçli için Ankara’ya boyun eğme meselesi, İslam Devleti’yle ilgili kaygıların çok ötesine geçiyor. Avrupa genelindeki bakış açısına göre İsveç’in bu çıkmazı Türkiye’nin Avrupalı hükümetlere şantaj yapabilme kapasitesini gösteriyor. Yapılan pazarlıkların en çarpıcı örneklerinden biri, Türkiye’nin milyarlarca avroluk yardım karşılığında Suriyeli mültecileri Avrupa’ya göndermemesini sağlayan 2016 yılındaki anlaşma.
Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Paul Levin Al-Monitor’a şöyle konuştu: “İsveç’in dış politikası değerlere dayanır ve pek çok İsveçlinin öz algısı demokrasi ve insan haklarını savunan bir ulus oldukları yönünde. Ankara İsveç’in önüne ilkeler ile güvenlik arasında keskin bir seçim koydu ve bunun burada pek çok insan için şoke edici olduğu söylenebilir. İsveç’in dünya sahnesindeki geleneksel rolünü terk etmesi istenmiyor.”
Türkiye benzer koşulları Finlandiya için de öne sürdü ancak esas hedefi İsveç.
Emektar bir Sosyal Demokrat ve eski bir Demokrasi, Entegrasyon ve Cinsiyet Eşitliği Bakanı olan Jens Orback, Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin üyeliğini destekleyen as sayıdaki ülkelerden birinin İsveç olduğunu hatırlatarak, “İsveç ve Sosyal Demokratlar Türkiye’nin iyi bir dostu oldu” dedi.
İsveç 1924’te çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk İskandinav devleti oldu, bir sonraki yıl da Ankara’yla dostluk anlaşması imzaladı. Tarihsel olarak iki taraf da Rusya’dan kaygı duydu. 18. yüzyılda Büyük Kuzey Savaşı sırasında Çar ordusundan kaçan İsveç Kralı VII. Charles, o dönem Osmanlı’ya bağlı olan Moldova’nın Bender bölgesinde Türklere sığınmıştı. Ancak daha sonra, Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’yı çadırında baştan çıkardığı iddia edilen Rus İmparatoru Büyük Petro’nun eşi Katerina ile anlaşma yapan Osmanlılar, Charles’ı yüzüstü bıraktılar. Tarihsel paralellikler İsveçlilerin gözünden kaçmıyor. Türkiye’nin bugünkü tutumundan da en çok nasiplenen Rusya değil mi?
İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı’nda kıdemli araştırmacı ve Al-Monitor yazarı olan Cengiz Çandar’a göre “Erdoğan’ın Türkiye’nin güvenlik algısı bağlamında zayıf argümanlar öne sürerek Finlandiya ve İsveç’in NATO başvurularını bloke etmesi, esasen Putin’in Batı’ya yönelik agresif tutumuna hizmet ediyor.”
“Türkiye AB’ye kabul edilmiş olsaydı farklı davranırdı” mealindeki yorumlara katılmayan Çandar, “Bu mesele daha çok Erdoğan’ın ideolojisi ve Türkiye’deki otokratik rejimle ilgili” dedi.
İsveç’in geri adım atmayacağını düşünen Orback, “İnsan hakları, basın özgürlüğü, azınlıkların korunması yasalarımızda var. Bu değerlere bağlı kalmamız lazım” şeklinde konuştu. Aynı değerlerin NATO anlaşmasında da yer aldığını ve İsveç’in üye olduğu zaman bu değerleri de korumakla mükellef olacağını belirten Orback, “Biz aldığı kararlara sadık kalan bir ülkeyiz” dedi.
Gerçekten öyle mi? Pasifist politikalarıyla gurur duyan İsveçliler, Türkiye’nin tehditleri karşısında kökenlerindeki Viking cesaretini yeniden keşfeder mi?
Sorunun ağırlığı giderek artıyor, özellikle de sayıları 150 bin olarak tahmin edilen İsveç’teki Kürtler için. Kakabaveh’e göre Erdoğan’ın devam eden salvoları karşısında hükümetin tepkisi cılız kalıyor ve bu da başlı başına bir tür teslimiyet sayılıyor. Vekil hiç olmadığı kadar savunmasız ya da ihanete uğramış hissettiğini söylüyor.
Erdoğan şimdi de Andersson’dan Savunma Bakanı Peter Hultqvist’i görevden almasını istiyor. Gerekçe, bakanın 2014 yılında PKK’nin 33. kuruluş yıldönümü vesilesiyle düzenlenen bir kutlama etkinliğine katılmış olması.
İsveç’te sık sık televizyon programlarına katılan ve parti bağlantısı olmayan Kürt kanaat önderi Kurdo Baksi, “YPG Vladimir Putin’den daha mı tehlikeli? NATO Finlandiya ve İsveç gibi demokrasileri dışlayıp Türkiye gibi otoriterlerle mi beraber olacak?” diye soruyor. Baksi’ye göre “Erdoğan NATO’yu, Avrupa’nın güvenliğini felce uğratıyor.”
Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ideolojisini benimseyen Demokratik Kürt Toplum Merkezi’nin sözcüsü Rıdvan Altun, İsveç makamlarının baskısının son dönemde arttığını belirtti. Al-Monitor’a konuşan Altun, “Türkiye’nin etkisi ve kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörist olarak yaftalama politikası artık burada da hissediliyor” dedi.
Altun baskıların 2018 yılında baş gösterdiğini, hükümetin PKK çizgisindeki Kürtlerin oturma izinlerini yenilememeye ve dosyalarını ulusal istihbarat birimlerine iletmeye başladığını belirtti. “Bunun gibi en az 57 vaka biliyoruz. Aralarında erkek kardeşim de var” diyen Altun, İsveç radyosunun derlediği verilere atıfta bulundu. Altun’a göre oturma izni uzatılmayan kardeşine resmi makamlarca sunulan gerekçe, İsveç vatandaşı olan eşinin PKK yanlısı siyasi faaliyetlerde yer alması. 2020 yılında, İsveç vatandaşı bir Kürt ile evli olan Kürt asıllı Belçika vatandaşı Zozan Büyük benzer gerekçelerle Belçika’ya sınır dışı edilmiş ve bu olay Kürt toplumunda infiale yol açmıştı.
Altun sözlerini şöyle sürdürdü: “Verilen bu tavizlerden dolayı Türkiye bugün böyle pervasız taleplerde bulunabiliyor. Bir Kürt ve İsveç vatandaşı olarak son derece endişeliyim.”
Aslında PKK’ye yönelik adımlar çok daha eskiye dayanıyor. İsveç 1984 yılında Türkiye’nin ardından PKK’yi terörist örgüt ilan eden ilk ülke oldu. İlerleyen dönemlerde AB ve ABD de benzer kararlar aldılar.
İki PKK’linin İsveç’te Öcalan’ın emriyle vurulması, şiddetten hazzetmeyen İsveçlileri dehşete düşürmüştü. Ardından üst düzey bir PKK’li dönemin Sosyal Demokrat hükümetinin başbakanı Olof Palme’yi tehdit etmiş ve Palme 1986 yılında faili meçhul bir suikasta kurban gitmişti. Şüpheliler arasında PKK’nin adı geçse de daha sonra bu teorinin temelsiz olduğu anlaşıldı.
Baksi’ye göre PKK’nin sert tepkileri ve 2002’de Türkiyeli bir Kürt’ün “namusunu temizlemek” için İsveçli bir erkekle ilişki yaşayan kızını öldürmesi Kürtlerin imajını zedeledi. Kürt gençlerinin suç çetelerine katılması da üstüne tuz biber ekti.
Ancak İslam Devleti’yle mücadelede korkusuzca savaşan YPG’nin kadın üyelerinin dünya çapında ün kazanması, bu olumsuz algıyı kökten değiştirdi. Bugün PKK yanlısı grupların İsveç’teki nüfuzuna hiçbir rakip oluşum sahip değil. En güçlü örgütlenmeye sahip olmaları da bunda etkili oluyor.
Aralarında Kakabaveh’in de olduğu pek çok ismin PKK’yi terör listesinden çıkarttırma çabaları şu ana dek başarısız oldu. Ancak YPG İsveç devleti nezdinde itibar görmeye devam ediyor.
Türkiye Kürt halkıyla sorunu olmadığını, sadece “teröristleri” hedef aldığını söylüyor. Bu savlar, kartpostal güzelliğinde bir üniversite kenti olan Uppsala’da pek alıcı bulmuyor. Uppsala sadece Gotik tarzındaki muhteşem katedraliyle değil, Avrupa’nın en başarılı Kürt futbol takımı olan Dalkurd’la da tanınıyor.
2004 yılında çocukları sokaklardan uzak tutmak amacıyla Dalarna ilçesindeki Kürt diasporası tarafından kurulan kulüp, isimdeki “Dal” hecesini buradan alıyor. Kürtlerin gurur kaynağı olan ve baş döndürücü bir hızla yükselen kulübün 2017’de İsveç’in en üst ligine çıkması, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Savunma Bakanı Hudqvist de takımın büyük bir hayranı.
Dalkurd daha sonra inişli çıkışlı bir performans sergiledi ve üçüncü kümeye düştükten sonra bu yıl yeniden ikinci ligde oynuyor. Finansman kulüp için ciddi bir sorun ve bunun bir sebebi olarak Türkiye’nin müdahaleleri gösteriliyor. Dalkurd’un menajeri Welat Kılınçaslan’a göre Çinli telekom devi Huawei takıma sponsorluk teklif ettiğinde Ankara şirketin Türkiye’deki tüm satışlarını engelleme tehdidinde bulunmuş.
Türkiye’nin kamu bankalarından Halkbank’ın, Iraklı Kürt işadamı Kawa Junad’ın sahip olduğu ve Dalkurd’un başlıca sponsoru olan telekom şirketi FASTLINK adına para aktarmayı reddetmesi üzerine kulübün resmi ismi de DK Elite AB olarak değiştirilmiş. Takımın Uppsala stadyumundaki merkezinde görüştüğümüz Kılınçaslan’a göre “Banka, isminde ‘Kürt’ kelimesi geçen bir kuruluşla işlem yapmayacağını söyledi.”
Kılınçaslan şöyle devam etti: “Biz siyasetten uzak duruyoruz. Kimsenin şu veya bu parti lehine siyasi slogan atmasına izin verilmiyor. Türkiye’nin husumetini anlamak mümkün değil.”
Oysa Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bile petrol gelirlerini Halkbank’a yatırıyordu, ta ki bankaya, petrol karşılığı altın ticareti kapsamında İran adına milyarlarca doları akladığı suçlamasıyla ABD’de dava açılana kadar.
Kürt bayrağı açan Dalkurd oyuncuları (Fotoğraf Dalkurd tarafından sağlanmıştır)
Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen Kürtler İsveç’te artan bir etkiye sahip. On milyonluk İsveç nüfusunun yüzde 1’den fazlasını Kürtler oluşturuyor. Parlamentoda Kürt asıllı altı milletvekili var.
Baksi’ye göre “Türkiye eskiden Avrupa ve ABD’de, kadınların en çok özgürlüğe sahip olduğu, laiklik ve Batı yanlısı tek Müslüman ülke olarak bilinirdi. Bu payeyi şimdi Kürtler kaptı. Türkiye artık Batı karşıtı, DAEŞ yanlısı olarak görülüyor.”
YPG’nin kadın kanadının komutanı Nesrin Abdullah, kahraman muamelesi gördüğü Stockholm’e sık sık gidiyor ve üst düzey yetkililerce kabul ediliyor. Uzun yıllardır azınlık hakları savunucu olan Dışişleri Bakanı Ann Linde de bunlardan biri. Bakanın mayıs ayında İsveç parlamentosunda Abdullah ve Kakabaveh ile çektirdiği fotoğraf Ankara’yı küplere bindirdi. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen ayki NATO toplantısında “sözde feminist politikalar” gütmekle itham ettiği İsveçli mevkidaşına çıkıştı.
Türkiye bu tür ziyaretlerin devam edemeyeceğini söylüyor. Suriye’deki ABD güçlerince korunan YPG’ye tüm desteğin kesilmesini, PKK yanlısı grupların İsveç’teki faaliyetlerinin yasaklanmasını istiyor. Ayrıca İsveç’ten bazı kişilerin iadesini talep ediyor. Bunlar ağırlıkla Kürtler ve 2016’da Erdoğan’a yönelik darbe teşebbüsünden sorumlu tutulan Fethullah Gülen’le bağlantılı kişiler.
Medyada Türkiye’nin iade listesinin çeşitli versiyonları dolaşıyor. Bunların birinde yedi yıl önce vefat eden Kürt bir yazar da yer alıyor.
İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Türkiye ve Orta Doğu uzmanı Bitte Hammargren, iade talepleri konusunda Al-Monitor’a şöyle konuştu: “İadeler için, İsveç yasalarında ciddi suç sayılan ihlallere dair somut deliller olmalı. Türkiye’nin listesindeki isimlerin birkaç yıldır gündemde olduğu anlaşılıyor. Bunlar, İsveç yargı sisteminin reddettiği talepler.”
Hammargren’e göre İsveç’in Suriyeli Kürtlere 367 milyon dolar “terör finansmanı” sağladığını iddia eden Türkiye “dezenformasyon” yapıyor. Bu rakam, çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye ve Lübnan gibi Suriye’ye komşu ülkelere insani yardım ve destek için son beş yılda sağlanan fonların toplamına tekabül ediyor. Dahası, İsveç hiçbir zaman YPG’ye silah vermedi. Tüm bu noktalar, krizi çözmek için geçtiğimiz ay Ankara’ya giden İsveç heyeti tarafından aktarıldı. Heyet Ankara’dan eli boş döndü.
ABD’nin İsveç’in yardımına koşacağı umudu da boş çıktı. Kimliğinin saklı kalması kaydıyla konuşan üst düzey bir kaynak, “İsveç’in üyeliği ABD’nin sağlayacağı bir şey değil” dedi.
Kaynağa göre Stockholm’deki değerlendirmeler bu kavganın 30 Haziran’da Madrid’de yapılması planlanan NATO zirvesine kadar çözülemeyeceği yönünde ve bu durum “özellikle Washington için son derece rahatsız edici olsa da dünyanın sonu değil.”
Türkiye’nin bir diğer talebi, Suriye’nin kuzeydoğusunda Ekim 2019’da gerçekleştirdiği son askeri operasyonun ardından İsveç ve başka AB üyeleri tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargolarının kaldırılması. Bu talebin karşılanması daha kolay görünüyor.
Silah satış başvurularını denetleyen İsveç Stratejik Ürünler Müfettişliği, Türkiye’ye yönelik “herhangi bir silah ambargosu olmadığını” ve her başvurunun kendi içinde ayrı değerlendirildiğini söylüyor. Hammargren’e göre “Bu, bazı satışların – sanırım özellikle doğrudan öldürücü olmayan malzemeler -- herkese açık olduğu şeklinde yorumlanabilir.” Her hâlükârda İsveç’in Türkiye’ye daha önce sattığı silahlar, Türkiye’ye Rusya’dan S-400 aldığı için yaptırım uygulayan ABD’den istenilenlere kıyasla oldukça cüzi kalıyor.
İsveç hükümetinin bu konuda bazı tavizler sunabileceğini belirten Levin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Başka konularda da ölçülü bazı tavizler olabilir. PKK uzun zamandır İsveç’in terör listesinde yer alıyor. Dolayısıyla PKK’yi takipte daha dikkatli olmak ve İsveç topraklarında faaliyetlerine izin vermemek ‘boyun eğme’ anlamına gelmez. Ancak ilkelerimize ihanet olarak yorumlanabilecek herhangi bir adım bana göre ihtimal dışı.”
Napolyon Savaşları’nda Rusya’ya büyük toprak parçaları kaptırdıktan sonra tarafsızlık politikası benimseyen İsveç’in 200 yıldır kararlılıkla sürdürdüğü bu politikadan vazgeçeceği fikri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesinde gülünç bir fantezi muamelesi görürdü. Dolayısıyla şimdi kendi güvenliği uğruna Ankara’ya bazı tavizler vereceği fikri de toptan dışlanamaz.
Stockholm’de yaşayan Türkiye uzmanı antropolog Jenny White, işgalle birlikte İsveç’in korkuya kapıldığını vurgulayarak şöyle konuştu: “Ülkenin dört bir yanında acil durum radyoları ve iyot tabletleri yok sattı. Hükümet eski bomba sığınaklarını elden geçirmeye başladı. Ukrayna’dan her gün gelen yıkım ve şiddet görüntüleri ve Rusya’nın çevresindeki ülkelere karşı saldırgan tutumu, hem halkı hem de siyasileri büyük güçlerin güvenlik ve korumasına yönelmek gerektiğine ikna etti.”
White sözlerini şöyle sürdürdü: “NATO’ya başvurduktan sonra üye olana kadar geçecek zamanla ilgili kaygılar vardı. Rusya’nın bu zaman aralığından faydalanarak stratejik bir kazanım elde etmek için İsveç’in Baltık Denizi’ndeki Gotland adasına saldıracağı endişesi oldu. Ancak tehlikenin bir NATO üyesi tarafından büyütüleceği kimsenin aklından geçmedi. Türkiye, İsveç gibi ülkelerin değerlerini paylaşmadığı için onlara saygı göstermeyen, onları anlamayan, güvenilmez, otoriter bir ülke olarak görülüyor.”
Ancak İsveç vatandaşlarının tamamı böyle düşünmüyor. Çinlilerin satın aldığı İsveçli otomobil üreticisi Volvo’da çalışan Somali asıllı işçi Adam Muhammed, hükümeti “Amerika’nın eteklerine saklanmak” ile suçladı ve İsveç’in NATO’ya girmemesi gerektiğini söyledi. Al-Monitor’a konuşan Muhammed, Müslüman dindaşı Erdoğan’ın “Kürt teröristlere” karşı İsveç’ten destek beklemekte haklı olduğunu belirterek, “NATO güya bir aile. Nasıl oluyor da üyelerden biri olan Amerika bir diğer üye Türkiye’ye karşı teröristleri destekliyor? Biz niye destekliyoruz?” diye sordu.