KAHİRE — Modern Mısır’ın kurucularından biri sayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı’nın Mısır’ın iç siyasi ve askeri meselelerine karışmasına izin vermez, bundan hoşlanmazdı ama Osmanlı mimarisinin ve süslemelerinin hayranıydı.
1820’de yaptırdığı zarif sebillerden biri de bunun en iyi örneklerinden biri.
Bu yapı, ahşap süslemeli pencereleri, eski Türkçe ile yazılmış kaligrafileri ve Anadolu’dan getirilerek ince işçilikle işlenen mermerleriyle Kahire’de türünün ilk örneğiydi. Kahire’nin El Akkadin Mahallesi’nde Moaz Sokak’ta bulunan Mehmed Ali Paşa Sebili, rağbet gören ve düzenli restore edilen bir yapı ancak başkentteki 300’e yakın Osmanlı dönemi eseri için aynısını söylemek güç.
Mısır Parlamentosu’nun Kültür, Medya ve Tarihi Eserler Komisyonu’nun Başkan Yardımcısı Celile Osman, Kahire ve Mısır’ın diğer şehirlerindeki Osmanlı ve Memlûk döneminden kalan sebil ve tekkelerin restorasyonu için bir proje üzerinde çalışıyor. Osman, Ağustos 2019’da bir basın açıklaması yaparak konuyu Ekim-2019-Temmuz 2020 arasındaki yasama yılında meclis gündemine getireceğini açıklamıştı ancak önerisi kabul görmedi.
Sebiller seyyahların ve hayvanların su ihtiyaçlarının karşılanması için hayır amacıyla yapılan İslami bir geleneği yansıtırlar. Mısır sebil ile 646’da Memlûklüler tarafından fethedildikten sonra tanıştı. Müslüman inancında susamış birine su vermek Allah katında büyük bir sevaptır ve pek çok varlıklı isim de bu nedenle sebil inşa ettirir. Ancak bu hayır işi, Mısır’ı 1517’de fetheden Osmanlı İmparatorluğu’nda görkemli bir mimari akıma da öncülük etti ve çeşmeler, sebiller büyük ve ihtişamlı yapılar hâline geldi.
Kahire Üniversitesi’nde Mısır tarihi dersleri veren Vacih Atik Osmanlı ve Memlûklüler döneminde yapılan sebillerin pek çoğunun iki katlı olduğu bilgisini veriyor: Zemin katta bir kuyu ve üstünde suyu güneşten uzak ve serin tutmak için çoğunlukla mermerden yapılmış bir kemer niş vardır. İkinci katta ise dinlenmelik denilen küçük bir oda yer alır ve bir çalışan gelenlere sürahiyle su ikram eder. Mısırlılar sebillere sadece kendilerine özgü bir mimari dokunuş getirmekle kalmayarak bazı sebillere sınıf olarak kullanılan üçüncü bir kat da eklediler. Bu sınıflarda Müslüman öğrencilere Kuran okuma, tefsir, hatim ve aritmetik dersleri verilirdi.
Kahire’de 18’nci Yüzyıl’ın sonu itibarıyla 300’ü aşkın üç katlı sebil bulunuyordu. Bunların en meşhuru da 1744’te Mısırlı mimar Abdurrahman Kethüda tarafından tasarlanan Kethüda Sebili’dir. Bu sebil, bir “Osmanlı mirası” olarak bilinse de aslında Mısır’a özgüdür ve mermere oyulan geometrik tasarımları ve ahşaptan kafes süslemeleriyle Osmanlı’dan ziyade Memlûk mimarisinden izler taşır.
Osmanlı döneminde Mısır’da inşa edilen önemli yapılardan bir diğeri de yoksullara yatacak yer de sağlayan tekkelerdir. Aslında Kahire’de Osmanlı öncesinde tasavvuf alimlerinin yaşadığı tekkeler vardı, ancak Osmanlı döneminde bu tekkeler, dervişlerin türbelerinin de yer aldığı, yoksulların ve ihtiyaç sahiplerinin karınlarını doyurdular, geceyi geçirdikleri yapılara dönüştü. Pek çok akademisyen ve tarihçi, Mısır’daki “hiç kimse akşam aç uyuyamaz” deyişinin kökeninin tekkeler olduğuna inanır.
Ancak günümüzde bu tarihi eserlerin sadece birkaçı inşa edildiği dönemin ruhunu yansıtacak kadar iyi durumda. 1477’de Kahire’nin merkezinde inşa edilen Kayıtbay Külliyesi 1996 ile 2000 yılları arasında Dünya Tarihi Eserler Fonu’nun desteği sayesinde onarılabildi. Muahmmed Ali Meydanı’nın yakınlarındaki Saliba Sokak’ta yer alan ve son Mısır Hidivi II. Abbas’ın annesi tarafından 19’ncu Yüzyıl’da yaptırılan Ümmü Abbas Sebili de iyi korunan ve turistler tarafından rağbet gören az sayıdaki eserden biri. Muhammed Bek Abdül Dahab Tekkesi de Temmuz 2019’da Necib Mahfuz Müzesi’ne dönüştürüldü.
Öte yandan Silahdar Süleyman Ağa ve El Rifa Camii’nin yanındaki tarihi çeşme gibi pek çok eserde büyük hasar var. Hatta Kethüda Mehmed Bey Sebili de dahil tarihi sebillerin bazıları büfe ya da küçük bakkallar olarak kullanılıyor.
Mısır Tarihi Eserler Bakanlığı’na bağlı Tarihi Eserler Yüksek Kurulu’nun eski başkan yardımcısı Ahmed İsmail’e göre bu eserlere dair ihmalkârlık eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek döneminde başladı, bütçe kısıtınları ve ekonomik öncelikler gerekçe gösterildi. Al-Monitor’a konuşan İsmail, İslami eserlerden elde edilen turizm gelirinin 2010’da --yani Arap Baharı’ndan bir yıl önce ve Mısır turizminin pik yaptığı yılda-- 35.7 milyon dolar olduğunu belirtiyor. Bu rakam, Mısır’ın yıllık 232 milyon doları bulan tarihi eser turizmi gelirlerinin yüzde 15.4’ünde tekabül ediyor. İslami eserlerden elde edilen gelirin toplam turizm gelirine oranı ise oldukça sınırlı, toplam gelirin sadece 0.3’ünü oluşturuyor.
Mısır’da bir turizm şirketi işleten ve Mısır Turizmciler Birliği’nin eski üyelerinden Ali Gönem de İslami eserlerin sahil turizminden daha az gelir getirdiği görüşüne katılıyor. Ancak bunda, turistlere Osmanlı döneminden kalma eserleri cazip gösterecek reklam ve tanıtımların yetersizliğinin de payı olduğunu belirten Gönem, İslami türbe ve yapıların tanıtımlarında Türkiye’nin örnek alınabileceğini de kaydederek Al-Monitor’a şöyle diyor: “Türkiye Sultan Ahmet Camii ya da Topkapı Sarayı gibi İslami eserleri görmeye gelen yabancı ziyaretçilerden yılda milyarlarca dolar kazanıyor. Ama turizmini geliştirmek ve İslam eserlerini dünyaya tanıtacak pahalı yapımlar için de milyarlar harcıyor. Bu filmlerle, izleyiciler çekimlerin yapıldığı tarihi mekânlara çekiliyorlar.”
Tarihi miras üzerine yazılar kaleme alan Mısır Blogger Muhammed Şehata’ya göre sebillerin ve tekkelerin mevcut durumu, Mübarek iktidarının Osmanlı eserlerine yönelik ihmalkârlığından kaynaklanıyor. Şehata “Mısır’ın Osmanlı kontrolü altında olduğu dönemi bir Türk işgali olarak görüyorlardı ve eserleri ilgiye değer bulmuyorlardı” diyor.
Atik ise bu yapıların Osmanlı mirasından ziyade Mısır’a özgü eserler olduğunu vurguluyor: “Osmanlı döneminde yapılan sebiller, tekkeler ve diğer eserler Mısırlıların yaratıcılıklarının bir yansımasıdır. Bunları Osmanlı sultanları değil Mısırlı mimarlar, zanaakârlar yapmışlardır. Hatta Osmanlı sultanları bazılarından o kadar etkilemişlerdir ki Mısırlı zanaakârları Türklere sanatlarını öğretmeleri için Anadolu’ya göndermişlerdir."