Rusya İsrail’le İran arasında ‘hava yastığı’ oldu
Rusya Milli Güvenlik Konseyi’nin 25-26 Nisan’da Soçi’de düzenlediği dokuzuncu Yüksek Güvenlik Temsilcileri Toplantısı’na 118 ülkeden istihbarat ve güvenlik yetkilileri katıldı. Konsey sekreteri Nikolay Patruşev etkinlik sırasında 40 ikili görüşme gerçekleştirdi. Bunların arasında İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Tuğamiral Ali Şamkani ve İsrail Milli Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Eitan Ben-David ile yaptığı baş başa görüşmeler de vardı.
Maxim Suchkov’un aktardığı gibi bu temaslar, bölgedeki gerilimi düşürmek isteyen Moskova’nın İran’la İsrail arasında doğrudan temaslar veya en azından dolaylı temaslar için aracılık yaptığı yorumlarına yol açtı.
Görüşmeler, İsrail-İran çatışma riskinin Suriye nedeniyle yükseldiği bir dönemde yapıldı. Al-Monitor’un Beyrut’taki muhabiri konuyla ilgili şöyle yazıyor: “İranlı yetkililer (8 Nisan’da T4 üssünde) öldürülen yedi İranlı askerin intikamının alınacağını söylediler. Ancak en güçlü mesajlardan biri Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’tan geldi. İranlı askerlerin öldürülmesini ‘vahim bir aptallık’ diye tanımlayan Nasrallah, İsrail’in kendini İran’la doğrudan çatışma konumuna soktuğunu belirtti. Belli ki Nasrallah İsrail’e net bir mesaj vermek istiyordu: Saldırının intikamını Hizbullah değil İran’ın kendisi alacaktı. Böyle bir misilleme iki bölgesel düşman arasında farklı bir çatışma anlamına gelir ve iki taraf da yıllardır gözetilen kırmızı çizgileri aşabilir.”
Yossi Beilin ise Suriye’yle İsrail arasında 1976’da sağlanan uzlaşıyı hatırlatıyor ve o günlerden alınabilecek derslere değinirken mutabakata aracılık edecek ‘yeni bir Kissinger’ın eksik olduğuna dikkat çekiyor. Beilin’in tespitleri şöyle: “Bu rolü Beyaz Saray’dan bir ismin üstlenmesi doğal olur ama Trump yönetimi ile İran arasındaki ilişkiler ABD’ye arabulucu olma imkânı vermiyor. Teorik olarak bu rolü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin özel bir temsilcisi veya Avrupa Birliği Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi adına hareket edecek Avrupalı bir isim üstlenebilir. Bu kişinin arkasında 1996’da İsrail’le Lübnan arasında, daha doğrusu İsrail’le Hizbullah arasında sağlanan kısmi ateşkes anlaşmasında olduğu gibi ihlal şikâyetlerini araştırabilecek bir yapı da olmalı.”
Bu rolü üstlenmek belki Rusya’ya düşebilir. Rusya’nın İsrail’le İran arasında arabulucu olma potansiyeli Al-Monitor okuyucularını şaşırtmayacaktır. Rusya’nın bölgesel etkinliğini eşsiz analiz ve haberlerle yansıtan Al-Monitor, daha şubat 2014’te Moskova’nın “İsrail-İran gerilimini yatıştırmak için köprü rolü oynayabileceğini ve bunu belki de çok sessiz arka kanallar üzerinden yapabileceğini” yazmıştı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i diplomatik çabaları bu dönemde artırmaya iten sebep sadece bölgedeki yükselen gerilim olmayabilir. Kore’deki tarihi diplomatik sürecin dışında kalan Putin arabuluculuk gücünü Orta Doğu’da deneyebilir. İyi oynandığı takdirde Putin’in diplomatik kartları belirleyici olabilir.
Beilin’e göre “Ruslar bölgede kalıcı ve görüldüğü kadarıyla İsrail bu durumu Rusların çekilmesine tercih ediyor. İsrail Ruslarla konuşabileceğine inanıyor ve genel varsayım o ki Rusların küresel menfaatleri onları bu bölgede daha ölçülü olmaya zorluyor. Ancak Ruslar da bir gün gidecek. Tek soru bunun ne zaman olacağıdır.”
Suchkov ise şöyle yazıyor: “Son aylarda Rusya’nın İran’la İsrail arasındaki denge oyununu sürdürmekte zorlandığı yönünde pek çok iddia ortaya atıldı. Birbirinin en büyük düşmanı olan İran ve İsrail’in Suriye topraklarındaki yoğunlaşan çatışması da zaten çetrefilli bir yapıya sahip. Moskova’nın Tahran’la yaptığı görüşmelerde Hizbullah’ın, diğer Şii milislerin İsrail sınırı yakınlarındaki varlığını gündeme getirip getirmediğini söylemek zor. Ancak Rusya’nın bölgedeki hareket tarzının özünde şu mantık var: Siyaseten bunları paylaşmasa da veya kendi menfaatlerine aykırı bulsa da bölgedeki oyuncuların motivasyonlarını anlamak, gerekçelerine anlayış göstermek. Bu yaklaşımdan hareketle Hizbullah varlığı İran açısından Moskova için anlaşılabilir olabilir. Ancak Moskova bu varlığın İsrail’i sürekli rahatsız ettiğini de kuşkusuz ki görüyor. Dolayısıyla Kremlin’in hedefi Suriye’de uzun vadeli bir çözüm bulmak ise gerilimi artıran bir faktör olan Hizbullah’ın varlığı göz ardı edilemez.”
Suchkov’a göre “İsrail ve İran gibi iki inatçı müzakerecinin arabulucusu olmak Rusya’yı gerçekten de zorluyor. Ancak İsrail ve İran’ın da şimdilik Rusya’ya aralarında duran bir ‘hava yastığı’ olarak ihtiyacı var. Bu konum muhtemelen uzun sürmez ama en azından şimdilik Moskova’ya gerilimi düşürecek statükoyu düşünmek için zaman sağlıyor. Yani İran’ın provokatif Hizbullah eylemlerini dizginlemesi, İsrail’in de sert misillemelerini ve önleyici hava saldırılarını sınırlaması gerekiyor.”
Suchkov yazısını şu tespitlerle tamamlıyor: “Bölgenin bu iki ağırsıklet oyuncusu arasında bir orta yol bulmak onur verici bir görev olabilir ve Moskova bunun zorluklarıyla baş edebilirse Suriye’deki varlığını vazgeçilmez kılmış olur. Rus karar vericilere göre hem İsrail hem İran tarafı Moskova’nın karşı taraf üzerindeki etki gücünü abartıyor. Bu konuda haklı olsalar da Rusya’nın kendisi, bölgenin yeni güç simsarı imajını pekiştirmek için pek çok şey yaptı ve şimdi beklentileri karşılamak zorunda. Kaldı ki bir başka gücün bu kördüğümü çözebilecek konumda olduğunu söylemek de zor. Tarafların tehdit algısını ortadan kaldıracak kapsamlı bir formül bulmak bugün Rusya’nın başlıca meselelerinden biri. Diplomatik çabalara ivme kazandıran düşünce ise ABD ve İsrail’de İran’a karşı güce dayalı alternatiflerin konuşulması ki bunlar Suriye savaşını yepyeni bir boyuta taşıyarak büyük çaplı bir bölgesel savaşın fitilini ateşleyebilir.”
İran’ın Yemen’de “yardımcı olması” olası değil
Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman risk alan, çağdaşlığı savunan bir isim olarak ünlendi. Prensin çağdaşlık vizyonu, cesur ekonomik reformların yanı sıra sinemaların yeniden açılması, hatta kadınların profesyonel güreş müsabakalarını izleyebilmesi gibi yıllardır süren kültürel yasakların gevşetilmesini kapsıyor.
Ancak İran söz konusu olunca Suudi Arabistan son yılların en mezhepçi, en gerici yaklaşımını sergiliyor. Bruce Riedel’in de belirttiği gibi bu yaklaşım, Suudi Arabistan’daki tutucu İslam anlayışını 18. yüzyılda tesis eden Muhammed Bin Abdul Vahhab’ın Şii karşıtı öğretilerine dayanıyor. Abdul Vahhab’ı “Şiileri müşrik ve kâfir diye yaftalayan aşırı bir Şii karşıtı” olarak tanımlayan Riedel tarihte yaşananları şöyle anımsatıyor: “Suudi orduları Irak’taki Şii kentlerini talan etti, Mekke’deki Şii mekânlarını tahrip etti ve Yemen’i işgal ederek buradaki Şii Zeydi aşiretlerini bertaraf etmeye çalıştı.”
Veliaht prens, mayıs 2017’de verdiği bir mülakatta İran’ın Şiilikle bağlantılı “aşırıcı ideolojisi” nedeniyle bu ülkeyle hiçbir uzlaşı olamayacağını savunmuştu. Muhammed şöyle konuşmuştu: “İranlılar, beklenen Mehdi’nin geleceği ve onların da Mehdi’nin gelişi için elverişli ortamı hazırlaması, Müslüman dünyayı ele geçirmesi gerektiği yaklaşımına sahip. (...) Böyle bir rejimle hangi ortak noktalar üzerinden anlayış birliği sağlayabiliriz?”
Riedel Suudilerin Yemen’deki savaşını “Suudi Arabistan ve İran’ın bölgesel güç mücadelesiyle büyüyen mezhepsel bir çatışma” olarak tanımlıyor ve savaşın “ayetullahlara üç beş kuruşa, Suudi Arabistan’a ise bir servete mâl olduğunu ama egemen Vahhabi çevrelerden büyük destek gördüğünü” vurguluyor.
Riedel şöyle devam ediyor: “Kral Selman ve Prens Muhammed içeride de Doğu Eyaleti’ndeki muhalif Suudi Şiilere acımasız bir baskı uyguluyor. Suudi güvenlik güçleri Avamiye kentini harabeye çevirmiş durumda. Uydu görüntüleri bazı mahallelerin tamamen yıkıldığını gösteriyor. Tanınmış Şii din adamı Şeyh Nimr El Nimr’in idam edilmesi ise Suudi Arabistan’ın İran’la diplomatik ilişkileri kesmesiyle sonuçlanmıştı. Vahhabi din çevreleri bundan da oldukça memnun.”
Suudi Arabistan Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı zayıflatmak için de çaba harcadı ve bunu çoğunlukla şiddet dolu mezhepçi ideolojileri savunan Ceyş El İslam gibi radikal İslamcı grupları destekleyerek yaptı. Ancak bu çabalar başarısız oldu. Hizbullah’a baskı uygulamak için Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin tuhaf alıkonuşu da geri tepti. Riedel’e göre Suudi Arabistan’ın Suriye’deki ABD güçlerinin yerine asker gönderme teklifi de “yeniden ambalajlanmış eski bir öneri” ve “Suudi kara kuvvetlerinin Yemen’deki performansına bakılırsa içi boş bir teklif”.
Riedel tek istisna olarak Irak’a işaret ediyor ama Suudilerin Irak’a yönelik açılımında da kısıtlar olduğunu vurguluyor: “Irak Suudiler tarafından İran’a karşı oluşturulan İslami Askeri İttifakı’na üye değil. Irak’ta İran Suudilere göre çok daha fazla imkâna sahip ve buradaki hegemonyasını sürdürmeye kararlı. Suudiler İran Devrim Muhafızları’nı dengeleyecek herhangi bir güce sahip değil.”
Riedel’e göre bu çatışmada gerilimi düşürmenin en iyi yolu Yemen savaşını sonlandırmak. Ancak İran’ın bu konuda “yardımcı olmasını” düşük bir ihtimal olarak görüyor ve şu tespitlerde bulunuyor: “Yemen’deki savaş Tahran için büyük bir stratejik avantaj. Çünkü İran’a fazla bir maliyet çıkarmadan Suudileri bataklığa saplıyor. Ancak bu aynı zamanda tehlikeli bir savaş, özellikle de İran’ın Husilerin füze kapasitesine sağladığı destekten dolayı. Riyad resmen ateş altında. Bu, yangın çıkmış bir ormanda kundakçılık oynayama benziyor. İranlılar, Ayetullah Ali Hamaney’e 21. yüzyılın Hitler’i diyen Prens Muhammed’in burnunu sürtmeye özellikle can atıyor, Veliaht Prens’e ‘çocuk’ diyor.”
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif Al-Monitor’a 22 Nisan’da verdiği mülakatta Suudi Arabistan’la “diyalog” çağrısı yapmış ve şöyle demişti: “Daha da önemlisi Suudi Arabistan’ın hedeflerini ilerletmek için İran’la çatışmaya ihtiyaç duyduğu yanılgısını bırakmak lazım. Suudilerin İran’la çatışmaya ihtiyacı olmadığı gibi böyle bir çatışmayı kaldırabileceklerini de sanmıyorum.”