2015 yılının son aylarıydı. New York’daki Conrad Otel’in balo salonu uyumsuz renkleri usulca birleştiren bir tabloyu andırıyordu. Türbanlı kadınlar, Queens semtinden siyah Amerikalı rahipler, Amerika’da bulunan bir Türk okulunun Yahudi öğrencileri ve New York eyaletinin kıdemli siyasetçileri beyaz örtülü masaların etrafında buluşmuştu.
Işıklar karartıldı ve New York merkezli bir dernek olan Barış Adaları Enstitüsü’nün Başkanı Murat Ömür sahneye çıktı. İki yanına kurulan dev ekranları kullanarak geçen yılın önemli gelişmelerini anlattı. Bahsi geçen projeler arasında derneğin Haiti'de inşa ettirdiği hastaneler de vardı yetimhaneler de.
Konuklar ara sıcaklarını yerken imzalı bir Barack Obama fotoğrafı ve bir çift boks eldiveni açık artırmaya çıkarıldı. Ömür gecenin sonunda yarım milyon dolara yakın bağış toplandığını söyledi.
Gecede kısa konuşmalar da yapıldı. Konuşmacılardan Amerikan Siyonist Hareketi Başkan Yardımcısı Leonard Petlakh “Değerli Fethullah Gülen’in ortaya koyduğu vizyona büyük bir hayranlık” duyduğunu söylerken, Queens’in Kalvari Baptist Kilisesi Papazı Victor Hall “Fethullah Gülen’in ilkeleri ve öğretileri kökten dinciliğin panzehiridir” dedi.
Herkes Gülen’den bahsediyordu ama Gülen salonda değildi. 1999’da ABD’ye yerleştikten sonra nadiren ayrıldığı Pensilvanya’daki çiftlik evindeydi. Ilımlı İslam’ın temsilcisi olarak görülen din adamı terörizmi kafirlik olarak niteliyor, türbanın eğitimden sonra geldiğini söylüyor. ABD’de Gülen’i onursal başkan olarak kabul eden pek çok dernek bulunuyor.
Oysa Gülen, okyanusun öte yakasında bir terör örgütünün başı olmakla suçlanıyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı darbe girişiminde bulunduğu iddia edilen Gülen hakkında çıkartılmış üç ayrı tutuklama kararı var. ABD’de de aleyhine açılmış bir insan hakları ihlali davası bulunuyor. Gülen ve geniş destekçi ağının akıbeti belirsizliğini koruyor.
Çok değil, sadece üç yıl önce Gülen Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 insanı arasında gösterilmişti. Gazeteci yazar Claire Berlinski’ye göre, dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Gülen cemaati mensuplarının sayısı 3 ila 6 milyon arasında; cemaat ile bağlantısı olan kuruluşların toplam değerinin ise milyar dolarlar seviyesinde olduğu tahmin ediliyor. Yaklaşık 150 ülkede Gülen’in teşvikiyle açılmış okullar bulunuyor.
Ancak Gülen Türkiye’nin muktedir siyasetçisi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la arasında süren topyekun savaş yüzünden herşeyi kaybetme riskiyle karşı karşıya. İslami düşüncenin farklı ekollerinden gelseler de, Erdoğan ve Gülen arasındaki savaşın özünde ilahiyattan ziyade iktidar mücadelesi yatıyor. Gülen’in yükseliş ve çöküşünü tam anlamıyla kavrayabilmek için 1938’den başlamak gerekiyor.
Fethullah Gülen laik Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği yıl dünyaya geldi. Ramiz Gülen oğlunu nüfusa kaydettirmek için Erzurum’un Hasankale ilçe merkezine indi. Eve döndüğünde sinirliydi. Gazeteci Faruk Mercan tarafından yazılan biyografiye göre, nüfus memuru “Muhammed Fethullah” ismini fazla İslami bulmuştu. Ramiz Gülen oğlunu ancak dört sene sonra kaydettirebilecekti. Köyündeki camide hocalık yapan baba Gülen oğlunun da kendi izinden gitmesinde kararlıydı.
Gülen hareketi az sayıda orta halli insanın Fethullah Gülen’i bir imam olarak takip etmesiyle başladı. Doğu Ergil “Fethullah Gülen ve Hareketi” kitabında, Gülen’in İzmir ve İstanbul gibi metropollerde görev almasının ardından varlıklı Müslümanların da destekçi ağına katıldığını yazıyor. Ergil, cemaatin Gülen’i sadece ruhani bir lider olarak değil, aynı zamanda da entelektüel bir yaşam koçu olarak görmeye başladığını anlatıyor.
1960’ların sağ-sol çatışmaları nedeniyle üniversitelerde eğitim sık sık kesintiye uğruyordu. Mercan’a göre, yeni neslin ahlaki değerlerini kaybettiğine inanan Gülen bunun ancak eğitimle geri kazanılabileceğini düşünüyordu. Gülen'in destekçileri ilk öğrenci yurdunu 1976’da İzmir’de kurdu. Ergil 200 yataklı tesisin sadece birkaç sene içinde Türkiye’nin en iyi liselerinden biri haline geldiğini yazıyor. Bunu, İstanbul, Bursa ve Ankara gibi diğer büyük kentlerde açılan okullar takip etti.
Dershaneler cemaat üyelerinin ilgi gösterdiği bir diğer eğitim kurumu tipi. Gülen Hareketi’ni araştıran sosyolog Helen Rose Ebaugh’ya göre, Türkiye’de dershaneye gitmeyen öğrencilerin üniversiteye giriş oranı yüzde 25’ken hareket ile bağlantısı olan dershanelerdeki öğrencilerin giriş oranı yüzde 75 civarındaydı. Üniversiteye hazırlık umut vaat eden genç üyeler keşfetmek için verimli bir alan haline geldi.
Mercan bir grup Gülen destekçisi iş adamının ilk uluslararası okulu 1991’de Azerbaycan’da açtığını yazıyor. Eski Sovyet cumhuriyetlerinde inşa edilen okulları Meksika ve Japonya gibi Müslüman olmayan ülkelerlede açılan okullar takip etti.
Gülen hareketine bağlı okulların mezunları dünyanın en iyi üniversitelerine kabul ediliyor. Ergil kitabında, mezunların daha sonra farklı ülkelere yerleşerek, kendi işlerini kurduklarını, kendilerinden sonra gelecekleri desteklediklerini ve yaşadıkları çevrelere İslami değerleri yaydıklarını anlatıyor.
Bazı Gülen öğrencileri iş dünyası ve siyasette tepe noktalara ulaşıyor. Sosyolog Ebaugh’ya göre hareketin üyeleri yıllık gelirlerinin ortalama yüzde 10’unu harekete bağışlıyor.
Fethullah Gülen, Mercan’a verdiği röportajda cemaatin evrimini şöyle değerlendiriyor: “Bazıları diyorlar ki ‘Bu büyük bir proje. Bir cami hocasının kafasından çıkmış olamaz.' Ben hayatımın hiçbir döneminde bu faaliyetlerin benim projem olduğunu, benim kafamdan çıktığını iddia etmedim ki… Bunların hepsi Allahın lütfudur".
Hareketin iş dünyasına açılmasıyla “büyük proje” daha da büyüdü. Gülen’i 35 yıldır tanıyan Ahmet Kurucan, “Hayatın her bir alanında kendi değerlerine, ilkelerine sahip bir şekilde ticari faaliyetler yapılmasını… teşvik etti”. diyor.
Teşvik edilen bazı ticari faaliyetler holdinglere dönüşüyor. Örneğin, 1979’da cemaat üyeleri tarafından Türkiye’de kurulan Kaynak Holding’in bünyesinde bilgi teknolojilerinden perakendeye kadar muhtelif alanlarda faaliyet gösteren 23 şirket bulunuyor.
1980 darbesinin ardından, kendilerini Türkiye’de laikliğin güvencesi olarak gören generaller Fethullah Gülen'den iyice şüphelenmeye başladı. Vaazlarından rahatsızlık duyan askerler, Gülen’i hükümeti yıkmaya ve İslami bir rejim kurmaya teşebbüs etmekle suçladı. Mercan işlek otobüs duraklarına asılan aranan posterlerinde birkaç düzine solcuyla birlikte Gülen’in de fotoğrafının bulunduğunu yazıyor.Altı yıl boyunca güvenlik güçlerinden saklandıktan sonra Gülen yakalandı ancak tutukluluğu uzun sürmedi. Eski Devlet Bakanı ve Anavatan Partisi’nin kurucularından Mehmet Keçeciler’e göre, dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın “kefaletiyle” serbest bırakıldı.
Özal Türkiye’yi dünyaya açan lider olarak tanınıyor. ABD ile sıcak diplomatik ilişkiler içinde olan merhum Cumhurbaşkanı’nın en büyük hedefleriden biri Türkiye’yi 1991’de Sovyetler Birliği'nden kopan Türki Cumhuriyetlerin öncüsü haline getirmekti. Bu ülkelerde açılan Gülen hareketi ile ilişkili okullar Özal’ın vizyonuna uyduğu kadar ABD’nin dış politikasına da hizmet ediyordu.
Keçeciler, “Sovyetler Birliği’nin canlanmaması için ABD okulların açılmasını teşvik ediyordu.” diyor. Turgut Özal vefat ettiğinde Gülen cenaze kortejine saatlerce eşlik etti. Gülen, Faruk Mercan'a verdiği bir röportajda, “Babama ağladığım kadar ağladığım ikinci insan Özal oldu.” diyor.
Siyasi irade Fethullah Gülen'in arkasındaydı. Onu destekleyen bazı laik politikacılar hareketinin siyasi İslam’ın yükselişini engelleyeceğini düşünüyordu.
Gülen siyasi anlamda güç kazanıyordu ama bedeni zayıftı; sağlığı kötüye gidiyordu. 1980’lerin başında konulan diyabet teşhisinin ardından şimdi de kalp damar sorunları yaşamaya başlamıştı. Ahmet Kurucan o yıllarda Gülen “canlı bir cenaze gibiydi” diyor.
Fethullah Gülen 1999’da sağlık taraması için ABD’ye gitti. Aylar sonra, özel bir televizyon kanalında Gülen’in eski bir vaazından bölümler yayınlandı. Sözleri fırtına koparttı: “Adliyede, mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir… Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar, her adım erken sayılır”.
Bu vaazın yayılmasının ardından pek çok kişi Gülen’i bürokrasiye, yargıya ve polise sızmakla suçladı.
O dönemde emniyet müdürü olarak görev yapan Hanefi Avcı konuyu şöyle değerlendiriyor: “Emniyet teşkilatında Gülen mensuplarının olduğu söyleniyordu ama bir suç, bir faaliyet olarak ortaya koyacak birşey yoktu. Bunun suç sınırına gelmesi… oradaki memurların devletten çok cemaate bağlılıkları… 2006’da başlar".
2000 yılında hazırlanan iddianamede Gülen cumhuriyetin laik temellerini zayıflatmak için kanunsuz bir örgüt kurmakla suçlanıyordu. Türkiye’ye döndüğü taktirde tutuklanabilirdi. ABD’de kalmayı tercih etti. Dava sekiz yıl boyunca devam ederken Gülen kalıcı oturma iznine başvurdu.
Faruk Mercan kitabında, vaaz videosu basına sızmadan on yıl kadar önce, ABD merkezli bir Türk derneğinin Pensilvanya eyaletinin Saylorsburg kentinde 250 bin dolar değerinde bir çiftlik aldığını yazıyor. Gülen 150 dönümlük bu arazide bulunan bir eve yerleşti.
Evdeki televizyonun ekranı Ramazan ayında İstanbul’un camiilerini yansıtıyordu. Fethullah Gülen’i 35 yıldır tanıyan Ahmet Kurucan, “O manzaraları seyredince [Gülen’in] göz yaşlarını görebilirdiniz. (...) Bir hareketin liderliğini yapan bir kişi ama son tahlilde bir insan…” diyor.
Pensilvanya’daki hayatını “hapis” hayatı diye tarif etse de, Gülen 2008’de beraat ettikten sonra da ABD’de kalmayı sürdürdü. Mercan bu konuda kendisine, “Şartlar ne zaman müsait olursa, o zaman kendime göre dönerim”. dediğini aktarıyor.
Aslında o tarihte Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda olduğu için Türkiye’deki şartlar değişmeye başlamıştı bile.
Gülen hareketi temsilcilerinden Alp Aslandoğan, Erdoğan ve Gülen’in Erdoğan’ın Başbakan olmasının ardından hiç görüşmediklerini belirtiyor. Ne de olsa Recep Tayyip Erdoğan Necmettin Erbakan’ın ekolünden bir siyasi İslamcıydı. Faruk Mercan’a göre Gülen Erbakan’ın partisine katılmayı 1969’da reddetmişti.
Ancak Türk ordusunun “E-muhtıra" ile beliren hükümete müdahale olasılığı Erdoğan ile Gülen’i ittifaka sevk etti. Aslandoğan, “Bu konuda Gülen ve hareketin diğer üyelerinin pozisyonu ordunun iç siyasete doğrudan müdahale etmemesi gerektiği yönündedir… O dönemde AKP ve hizmet hareketi üyeleri dayanışma içindeydi.” diyor.
Emniyet güçleri 2007’de Istanbul’da bir eve düzenledikleri baskında 27 adet el bombası ele geçirdi. Bombaların Ergenekon isimli, AK Parti hükümetini devirmeyi hedefleyen bir terör örgütüne ait olduğu iddia edildi. Tutuklamalar dalga dalga geldi. Generallerden, gazetecilere, akademisyenlerden yeraltı dünyası şahsiyetlerine kadar birbiriyle alakasız pek çok kişi tutuklandı. Sanık sayısı hızla 275’e yükselirken kimisi yıllarca tutuklu yargılandı.
Nedim Şener bu dönemde cemaat üyesi polislerin gazeteci Hrant Dink’in cinayetindeki rolünü araştırıyordu. Kısa süre içinde o da Ergenekon terör örgütüne üye olmakla suçlanarak cezaevine gönderildi ve bir yılı aşkın süre tutuklu kaldı.
Şener Ergenekon operasyonlarını şöyle değerlendiriyor: “Askeri vesayeti bitirme' amacına yönelik operasyon Fethullah Gülen cemaatine bağlı polis, savcı, hakim ve gazeteciler iş birliği ile iktidara muhalif ve Gülen cemaatini eleştiren tüm kesimleri toplu imha hareketine dönüşmüştür”.
Ebaugh’ya göre ise hareketin polis içindeki örgütlenmesi sanıldığı kadar büyük olmayabilir. ABD’li sosyolog hareketin polis teşkilatı içindeki üyelerinin oranının kamuoyunda Gülen’e destek verenlerden daha fazla olmadığını söylüyor.
Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı Gülen hareketi hakkında bir kitap yazdıktan sonra tutuklananlar arasında. “İstanbul, Ankara terörle mücadele gibi birimlere kendi elemanlarını yerleştirdiler ve o birimlerde soruşturmaları yönetecek güce eriştiler.” diyen Avcı’ya göre hareketin polis gücü içindeki örgütlenmesi Ergenekon soruşturması sırasında yüzde 20 civarındaydı. Bu oran, Gülen’in Türkiye’deki destekçilerinin toplam oranını aşıyor.
Gülen hareketi mensupları ise polis ve yargı içindeki üyelerin Gülen’in talimatıyla hareket ettikleri iddiasını yalanlıyor.
Ergenekon soruşturmaları sürecinde, Gülen ve Erdoğan halen iyi ilişkiler içindeydi ama yol ayrımı yaklaşıyordu. Her ne kadar kamuoyu iki lider arasındaki fikir ayrılığından 2010 yılında Mavi Marmara baskını hakkındaki çakışan yorumlarıyla haberdar olmuş olsa da gerginliğin başlangıcı daha öncesine dayanıyor. Aslandoğan “AKP iktidarı sırasında da yıllarca hareket üyelerinin fişlendiği öğrenildi. Oysa AKP’nin liderleri bunu durduracaklarına söz vermişlerdi.” diyor.
Ergenekon operasyonları sırasında cezaevinde 376 gün geçiren gazeteci Ahmet Şık’a göre AK Parti ve cemaat birbirine hiçbir zaman güvenmedi. Şık üst düzey bir bürokrattan öğrendiklerini şöyle aktartıyor: “[Emniyet İmamı olarak bilinen] Osman Hilmi Özdil dijital arşivi ABD’ye götürürken FBI tarafından yakalanıyor. [Bürokrat] Erdoğan’ın talimatıyla, Hakan Fidan’ın [cemaat hakkında] bir rapor hazırladığını söyledi".
İki taraf arasındaki uçurum git gide derinleşiyordu...
2012’de Gülen yanlısı olduğu iddia edilen savcılar MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı KCK davalarıyla ilgili ifadeye çağırdı. Ertesi yıl Başbakan Erdoğan önemli bir bölümü cemaat üyeleri tarafından işletilen dershanelerin kapatılacağını açıkladı. İlerleyen aylarda Erdoğan yabancı ülkelerdeki cemaat okullarına kilit vurulması için ülke liderlerine baskı yapmaya başladı. Sabah gazetesi Azerbaycan, Gabon ve Senegal’deki bazı okulların kapatıldığını yazdı.
Gülen hareketinin Başbakan’ın hamlesine 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarıyla karşılık verdiği iddia edildi. Başbakan Erdoğan’a yakın işadamları, üst düzey bürokratlar ve üç bakan oğlu tutuklandı. Erdoğan operasyonları Gülen tarafından sahnelenen “kirli bir komplo” olarak tanımladı.
Daha sonra dönemin Başbakanı ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen bazı telefon konuşmaları sosyal medyaya sızdı. Kayıtta milyonlarca doların nasıl saklanacağından bahsediliyor. TÜBİTAK, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na konuşmanın montaj olduğunu bildirmiş olsa da bazı kesimler kurumun bağımsızlığı konusunda şüphe taşıyor. 17-25 Aralık soruşturmaları takipsizlik kararıyla kapandı.
Alp Aslandoğan Gülen’in konu hakkındaki duruşunu şöyle aktarıyor: “Sayın Gülen yargı üyeleri ya da emniyet güçlerinin üzerinde bir etkinliğinin olduğuna ilişkin her türlü iddiayı kategorik olarak reddetti ve soruşturmaları sorumluların ortaya çıkartılması prensibiyle destekledi”.
17 Aralık 2013’ten bu yana adeta topyekün bir savaş yaşanıyor. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, AK Parti hükümetinin desteklediği Fethullahçı Terör Örgütü operasyonlarının başından Şubat 2016’ya kadar, cemaat üyesi olduğu iddia edilen 387 kişi tutuklandı.
Cemaate karşı operasyonlar devam ederken, Yargıtay geçtiğimiz günlerde Ergenekon davasında bozma kararı verdi.
Kasım 2015’te Gülen’in de dahil olduğu bir iddianame hazırlandı. Gülen’e isnat edilen suçlar arasında yargıya müdahale ve silahlı örgüt yöneticiliği bulunuyor. Fethullah Gülen ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanıyor.
Savaş henüz sona ermemiş olsa da Gülen pek çok cephede kaybetti. Ticaret bu cephelerden bir diğeri. Ekim 2015’te Gülen destekçilerinin en büyük şirketlerinden biri olan Koza İpek Holding’e mahkeme tarafından kayyum atandı. Mahkeme şirketi Fethullahçı Terör Örgütü’yle (FETÖ) ilişkilendirdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) daha önce cemaatle bağlantılı Bank Asya’ya yasal yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle el koymuştu zaten.
“Erdoğan hareketin tüm kurumsal faaliyetlerini bitirmeye çalışıyor” diyen Alp Aslandoğan’a göre böyle giderse “geriye yalnızca bireyler kalacak”.
İşte Conrad Otel’deki o açık arttırma Gülen’e ilişkin tutuklama kararı verildikten tam 10 gün sonra düzenlenmişti. Daha önceki yılların bağış toplama etkinliklerinden daha önemliydi, çünkü hareket mali kaynaklarını bir bir kaybediyordu. Piyanist yumuşak ezgiler çalarken, sahnedeki sihirbaz bir bardağın içindeki suyu yok etmekle meşguldü. Konukların çoğu cemaatlerini bekleyen tehlikenin farkında değil gibiydi. Barış Adaları Enstitüsü’nün destekçileri gecenin son selfielerini çekerken, Gülen Saylorsburg’daki evindeydi.
Sağlık durumu hassasiyetini koruyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yarattığı stres ise Gülen'e pek yardımcı olmuyor. Aslandoğan Gülen’in artık pek iyi uyuyamadığını söylüyor. Onu kaybetme korkusu nedeniyle bazı destekçilerinin de gözüne uyku girmiyor. Ahmet Kurucan “Hareketin [gelecekteki] sevk ve idaresi konusunda herkesin endişesi olabilir.” diyor.
Alp Aslandoğan’ın Fethullah Gülensiz bir geleceğin neye benzeyebileceği konusunda bir fikri var: “Önemli konularda yol gösterici olarak oynadığı manevi rolün bir grup insan tarafından üstleneceğini düşünüyorum… Artık bu sorumluluğu tek bir kişi üstlenmeyecek, çünkü bunu başarabilecek başka bir birey yok".