Mayıs 2023 seçimlerinden galip çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisinin ekonomiyi tamamen seçim odaklı yönetmesiyle büyüyen sorunlar, özellikle devasa bütçe açığı acil onarım istiyordu. Onarım çalışmaları seçim ertesi hemen başlatıldı.
Yıl sonunda milli gelirin yüzde 10’u gibi ürpertici bir boyuta ulaşması beklenen bütçe açığı karşısında ek bütçe tasarısı Meclis’e sunuldu. Ne var ki Genel Kurul’da kabul edilen ek bütçe de öngörülen 1,1 trilyon TL’lik harcama ihtiyaca yetmeyecek. Yasa, ek bütçede öngörülen harcama kadar gelir toplanmasının taahhüdünü gerektiriyor. İktidar bunu göze alamadığı için muhtemel giderlerin, dolayısıyla borçlanmanın bir kısmını Erdoğan’a yaptıracak. Ona böyle bir yetki sağlayacak bir “torba yasa” da Meclis’ten geçti. “Torba yasa” ek bütçeyi tamamlayan özellikte ama bunun Anayasa’ya uygunsuzluğu hemen gündeme geldi.
Haziranda yüzde 4’e yakın artarak yıllığı yüzde 38,2 olan tüketici enflasyonunu (TÜFE) tırmandıran önemli bir değişken, bütçe açıkları. İktidar enflasyonu indirmekten bahsetse de bu fiiliyatta çalışmıyor. 31 Mart 2024 yerel seçimlerine kadar enflasyonla mücadele, onun için ekonominin soğutulması, talebin geriletilmesi için kamu harcamalarının kısılması, gelir artışlarının yavaşlatılması, kredi faizlerinin yükseltilmesi gibi “tatsız” işlere doludizgin gidilmiyor. Bütün bunların yerel seçim sonrasının ajandasına aktarıldığının belirtileri netleşiyor.
Enflasyon doludizgin ilerlerken ücret ve maaşlar seçmeni mutsuz etmemek için görece yükseltiliyor ve “Sizi enflasyona ezdirmedik” mottosu gündemde tutuluyor. Bu da “Enflasyona kaç, ücrete tut” gibi bir kısır döngüye davetiye demek ve ekonomide kırılganlıkları artırıyor.
Erdoğan iktidarı 2023 başında yaklaşık 4,5 trilyon TL’lik bir harcama bütçesi ve 661 milyar TL’lik bir açık öngören bütçeyi Meclis’ten geçirmişti. Ne var ki seçim odaklı bir rota izleyen Erdoğan’ın bütçesi hem personel harcamaları hem cari transferler ve öteki harcamalar ile hızla erimeye başladı. Bunlara, Şubat depremlerinin enkazı eklendi. 50 bini aşkın can kaybına ve 650 bin konutun yıkımına yol açan depremler, ek bütçe ihtiyacını da dayattı.
Yılın ilk beş ayında bütçe açığı 263 milyar TL’yi aştı. Bu, yıl sonu hedefi olan 661 milyar TL açığın ilk beş ayda yüzde 40’ının gerçekleşmesi demek. Açığın özellikle yılın ikinci yarısında daha çok büyüyeceği aşikâr. Birincisi, depremin gerektirdiği harcamalara yeterince başlanmadı. İlk beş ayda depremle bağlantılı program için yapılan harcamalar henüz 69 milyar TL idi ve ilk beş ayın 1,8 trilyon TL’lik toplam harcamalarındaki payı yüzde 4’ü bile bulmuyordu. Oysa özellikle barınma sorunu için büyük bütçe harcamaları gerekiyor. Bu da ek bütçeyi zorunlu kılıyor. Ek bütçeye göre ek bütçenin yüzde 44’ü deprem programına ayrılacak.
Bütçe harcamalarında, özellikle seçim sonrası, haziranda patlayan kur artışı yeni bir gedik açtı. Dövizin fiyatının beş haftada yüzde 34 artmasıyla döviz getirisini garanti eden Kur Korumalı Mevduatta (KKM) büyük bir bütçe gideri yarattı. Ancak iktidar bunu bütçede tutmak yerine yeni bir düzenlemeye giderek KKM faturasını Merkez Bankası’na aktardı. Artık bu yük Merkez Bankası’nın bilançosunda görünecek ve merkezi bütçe bilançosu bu yükten sıyrılmış olacak.
Ne var ki bu bilanço makyajına rağmen bütçenin yıl sonuna kadar 2 trilyon TL’lik harcamaya daha ihtiyacı olduğu anlaşılıyor. Ek bütçeyi 2 trilyon TL harcama öngörüsüyle yapmak, yasa gereği 2 trilyon TL’lik gelir ve başlangıç bütçesinde öngörülen 661 milyar TL’lik açığın artmayacağı taahhüdünü de gerektiriyor. İktidar, 2 trilyon TL’lik bir gelir taahhüdü yerine 1,1 trilyon TL’lik bir ek bütçe hazırladı. Kalan harcama ihtiyacı için ise muhalefetin Anayasa’ya aykırılık itirazlarına rağmen bir “torba yasa” ile sonuca gitti. Bu yasada kamu kuruluşlarına ihtiyaçları olan ödeneği ödeme yetkisi Erdoğan’a verilirken Erdoğan’ın borçlanma limitleri de ihtiyaca göre artırıldı. Buna göre Erdoğan 794 milyar TL’lik ödeneği borçlanmaya giderek karşılayacak. Bu, Meclis’in bütçe yapma hakkının ihlali olacağı için komisyonlarda ve Genel Kurul’da önemli tartışmalara yol açtı ve iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi söz konusu.
Ana mesele, enflasyonun kontrol altına alınamaması ve acı reçetenin ertelenmesi. Yıl sonu için TÜFE artışı yüzde 56 olarak tahmin ediliyor. Bu sonuçta, döviz fiyatlarındaki tırmanış önemli bir dinamik. Döviz fiyatı sürekli basınç altında ve iktidar daha fazla bastıramıyor. İthalat için gerekli dövizi ihracat ve turizm karşılayamayınca cari açık mayıs ayında 8 milyar doları buldu, 12 aylığı da 60 milyar dolara çıktı. Açığı finanse edecek dış kaynak gelmeyince rezervler eritiliyor.
Batı’dan dış kaynak girişi için iktidar henüz yeterli güveni veremedi. Böyle olunca Erdoğan’ın “eş dost” diye nitelendirdiği Körfez ülkelerinin yolu daha çok aşındırılıyor. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), bunlardan en çok öne çıkanı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın BAE’ye yaptıkları ziyareti Erdoğan’ınki tamamlayacak. BAE ile nasıl bir ekonomik anlaşma paketi söz konusu, henüz netleşmedi. Varlık, firma satışı ihtimalinden söz edilse de ipuçları henüz ortaya çıkmadı. Ancak çabaların Körfez ülkeleri ile sınırlı kalması, Türkiye’nin yakın gelecekteki döviz açığının büyümesi ve döviz fiyatlarının artması anlamına gelecek.
Hem ithalat ihtiyaçları hem kısa vadeli borç ödemeleri hem de içeride TL’den dövize kaçış eğilimleri, döviz üstündeki basıncı büyütüyor. Bunun, başta akaryakıt olmak üzere ithalata dayalı madde fiyatlarına yansıması ile maliyet enflasyonu sürekli artıyor. Haziran ayında üretici (sanayici) fiyatlarının aylık yüzde 6,5 artması ve 12 aylık ortalamanın yüzde 86,5 basamağında olması, gelecek için endişe verici.