İktidar yanlısı kanallardan TV Net televizyonunda 6 Mayıs akşamı “Derin Tarih” adlı program mutad olduğu üzere yayınlandı. Programın müdavimleri olan Mustafa Armağan ile Yavuz Bahadıroğlu’nun konuğu Süleyman Yeşilyurt’tu. Yeşilyurt yakın Türkiye tarihine ilişkin “gizli Yahudiler” ya da “gizli Ermeniler”i konu olan ırkçı komplo teorileriyle dolu bir dizi “araştırmacı” kitabıyla tanınan bir yazar.
Sosyo-politik skalanın İslamcı kanadına mensup bu üçlünün sohbeti bir noktada hassas bir konuya girdi: Mustafa Kemal Atatürk’ün özel hayatı. Önce Atatürk’ün çok sayıda “sevgilisi” olduğu iddiası dile getirildi. Ardından Yeşilyurt, Atatürk’ün manevi evlatlarından Afet İnan’ın aslında onun “gayrimeşru eşi” olduğunu iddia etti. Programdaki diğer iki tarih yazarı bir itiraz getirmeyince de program editörü ekrana, cumhuriyet döneminin en saygın isimlerinden biri olan Afet İnan için “Çankaya’nın ilk nikahsız first lady’si” yazısını bindirdi.
Kısa süre sonra tepkiler yağmaya baladı. Sosyal medya kullanıcıları “Atatürk’e hakaret” ettikleri için üç ismi de lanetledi ki bunun Türkiye’de ciddi bir suç olduğunu belirtmek gerek. (İlgili kanun maddesi “Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü içeriyor.) Başbakan Binali Yıldırım ile ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra pek çok kanaat önderi de yorumcuları sert bir dille eleştirdi. Hatta Kılıçdaroğlu “Hain sözü bile eksik kalır insan değil bunlar” diye konuştu. Armağan’ın İstanbul Üniversitesi’nde yapacağı bir konuşma kendilerine “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen bir grup öğrencinin protestoları nedeniyle iptal edildi. Eski İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal hakareti bir “CIA projesi” diyerek kınadı.
Bir İstanbul savcısı da çok geçmeden konuyla ilgili Yeşilyurt’un tutuklanması istemiyle tahkikat başlattı ve Yeşilyurt 12 Mayıs’ta göz altına alındı. Şimdi basın ve sosyal medyadan pek çok kişi programın sunuculuğunu yapan diğer iki kişinin niçin tutuklanmadığını sorguluyor.
Tartışmalar sürerken sosyal medyada bu sefer daha çirkin bir Atatürk’e hakaret videosu ortaya çıktı. Nur Cemaati’ne mensup Hasan Akar videoda Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın “Selanik’te bir genelevde çalıştığını” iddia ediyor ve bunu yüksek sesle getirdiği için yargılandığını övünerek anlatıyordu. Bu görüntüler infiali daha da büyüttü ve çok geçmeden Akar hakkında da bir yakalama kararı çıkarıldı.
Tüm bunlar, Türkiye’ye ilişkin çarpıcı birkaç olguya işaret ediyor. Birincisi, son 20 yılda yaşanan post-Kemalist ve hatta anti-Kemalist dalgalara rağmen Atatürk toplumun geniş kesimi tarafından halen saygı gören bir şahsiyet. Hakaretlerin sadece ana muhalefet partisinin de temsil ettiği Atatürkçüler tarafından değil Ak Parti’liler tarafından da kınanması önemli. İktidar partisindekilerin bu tavrının “göstermelik” olduğu ileri sürülse bile, böyle yapmak zorunda hissetmiş olmaları kayda değer.
Öte yandan, Yeşilyurt ve Akar’ın ortaya attığı iddialar Türkiye’deki muhafazakarlar arasında son bir asırdır Atatürk hakkında ne kadar çok safsatanın dolaşıma sokulduğunu göstermesi açısından da önemli. Zira bu iddialar, aslında İslamcı çevrelerde onlarca yıldır kulaktan kulağa söylenegelen dedikodular. Atatürk ve ailesiyle ilgili üretilen pervasız “alternatif gerçekler” Kemalizm’e duyulan tepkinin Atatürk’ün şahsına yönelik patolojik bir husumet olarak tezahür etmiş olduğunu gösteriyor.
Kanımca, bir ülkenin kurucu liderine böylesi çirkin bir saygısızlığın ahlaken kınanması gerektiğine şüphe yok. Makul ve hakkaniyetli İslamcı seslerin de meselenin bu ahlaki boyutuna işaret etmiş olması sevindirici. Bu isimlerden biri olan Cihan Aktaş Atatürk’ün annesinin onurunu savunduğu Twitter paylaşımında şunları yazdı: “Kendini ifade edemeyecek bir kadının iffetine saldırı utanç verici. Dönemi eleştirmek için böyle çirkin dedikodulara başvurulması tuhaf.”
Ne var ki burada başka bir mesele daha var: Mühim bir şahsiyet hakkında yapılan saygısızca yorumlar suç teşkil etmeli mi? Bir diğer deyişle, bu türden davranışları ahlaki zeminde kınayıp ifade özgürlüğü açısından yasal bir hak olarak görmek mümkün mü?
Bunlar, Türkiye için halen son derece alışılmadık sorular, zira “saygısızlık” hem devletin kanunları hem toplumun kültürü nezdinde halen kanunla cezalandırılması gereken bir şey. Bu nedenledir ki, Atatürk’ün şahsiyeti halen özel bir kanunla korunuyor. Yine bu nedenledir ki, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatlarının da sık sık kullandığı, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçunu düzenleyen ve suçu işleyenlere dört yıla kadar hapis cezası öngören bir maddesi var. TCK benzer bir şekilde “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve devletin yargı organlarını alenen aşağılama”yı da yasaklıyor.
Burada sorun şu: İster Erdoğan olsun, ister Atatürk, isterse bir başkası; toplumun tüm siyasi kesimleri sevilen, değer verilen kişilerle ilgili kullanılan “saygısız” ifadelerin cezalandırılması konusunda hemfikir. Bu ortak tutuma karşı çıkan, ifade özgürlüğünü genişletmeyi savunan liberal sesler ise çok nadir. Bunlardan biri olan Demokrat Yargı Derneği Twitter’dan şu önemli yorumu yaptı: “Atatürk’e hakaret meselesinde Cumhuriyetçilerin en son işi yargıyı görevini yapmaya çağırmak olmalıdır. Bu konuda ilkesel tutum almadığınızda Cumhurbaşkanı’na hakaret ettikleri gerekçesi ile yapılan tutuklamalara da söyleyecek sözünüz olmaz.” Lakin, Türkiye’de bunun gibi ilkesel çağrılar bu örnekte de görüldüğü gibi genelde bir kulaktan girip ötekinden çıkıyor. Her kesim, kendi liderine yönelik “saygısızlığın” mutlaka cezalandırılmasını istiyor.
Kısacası tüm bunlar, Türkiye’de ifade özgürlüğünün hem devlet hem de toplum nezdinde çok sınırlı olduğunu gösteriyor. Bu konuda ilerleme sağlamanın yegane yolu belki de bunca pespaye, çiğ, deli saçması yorumu üreten şeyin ifade özgürlüğü bolluğu olmadığını anlamaktan geçiyor. Aksine, Atatürk’e ve ailesine hakaret gibi pespayelikleri üreten şey, açık ve medeni bir tartışma ortamına baştan izin vermeyen, toplumu kapalı mahallelere hapseden özgürlük eksikliği.