PYD-Şam diyaloğunda ön koşul yok
Ağustos 2017’de bu sütunda “Türkiye’nin kuzey Suriye’de Kürtleri zayıflatma saplantısının Şam’la belli bir uzlaşıya yol açabileceğini” yazmıştık. O günden bu yana da İran ve Rusya’nın Suriye hükümeti ile Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasında Ankara’nın da olur vereceği bir anlaşma sağlama çabalarını yansıtıyoruz.
ABD ve Türkiye’nin geçtiğimiz günlerde Menbiç’te vardığı mutabakat Şam ile Suriyeli Kürt liderler arasındaki temasları canlandırdı. Fehim Taştekin bu haftaki yazısında Kürtlerin “Şam ile müzakereye hazırız.” mesajı verdiğine dikkat çekiyor.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, 31 Mayıs’ta RT’ye verdiği mülakatta YPG’nin ağırlıkta olduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kastederek şöyle konuşmuştu: “Bizler müzakere kapılarını açmaya başladık. Çünkü bunların çoğu Suriyeli ve herhalde ülkelerini seviyorlar, yabancıların kuklası olmaktan hoşlanmıyorlar. Biz böyle olduğunu var sayıyoruz.”
Taştekin, Esad’ın haziran başında Suriye Kürdistanı’na gönderdiği heyetin PYD tarafından geri çevrilmediğini vurguluyor. Kimliğinin gizli kalması kaydıyla konuşan bir Kürt kaynağı, Kürtlerin Suriye’yi bölmek isteyen yapılarla muhatap olmayacağını, Şam’ın önerilerine kulak vereceğini söylüyor.
Taştekin’e göre “Rusya’nın Afrin’i Türkiye’nin insafına bırakması, Türkiye’nin Afrin’le yetinmeyip tehditlerini sürdürmesi, ABD’nin Türkiye’yi teskin etme eğiliminin artması ve Menbiç’teki kazanımların tehlikeye girmesi” Kürtleri Şam’la yeni bir açılım arayışına itiyor.
Taştekin’e konuşan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) Eş Başkanı Eldar Halil, rejimle müzakerede hiçbir konuda ön koşul koymadıklarını, önce rejimin sunacağı teklife bakacaklarını ve Suriye’nin demokratikleşmesine yönelik müzakere yoluyla bir çözümü hedeflediklerini anlatıyor.
Taştekin şöyle devam ediyor: “Menbiç üzerine pazarlıklar sürerken Kürtlerin yol haritasını etkileyecek başka gelişmeler de oldu. Suudi Arabistan, Birleşmiş Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün’den oluşan bir heyet 29 Mayıs’ta SDG’nin kontrolündeki bölgeyi ziyaret etti. İddiaya göre heyet, Kamışlı’da YPG ile görüştükten sonra Kobani’deki muhtelif Arap güçlerinin temsilcileriyle de bir araya geldi. Bölgede bir Sünni-Arap gücünün oluşturulması konuşuldu. Anadolu Ajansı’nın iddiasına göre yeni orduya 200 dolar maaş vaadiyle gönüllü toplamak için Haseke ve Kamışlı'da irtibat noktaları kuruldu.”
İran Kandil konusunda Türkiye’yi tersledi
Geçtiğimiz hafta bu sütunda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ile Irak sınırındaki Kandil’de PKK’ya karşı başlatılan harekât için İran’ın desteğine bel bağladığını ancak ne harekâtın kapsamının ne de İran’ın böyle bir operasyona desteğinin net olmadığını yazmıştık.
Semih İdiz, kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin eylül 2017’de düzenlediği bağımsızlık referandumunun hem Türkiye hem İran tarafından reddedilmesinin ardından Ankara’nın Kürt konusunda ikili iş birliğinin artacağı yönünde umut beslediğini anımsatıyor.
Ancak Erdoğan ve bakanları tarafından dile getirilen Kandil’de iş birliği ihtimaline İran ordusu sözcüsü General Ebulfazıl Şekarçi şu yanıtı verdi: “İran İslam Cumhuriyeti, bir başka ülkenin topraklarında o ülkenin meşru hükümetinin izni olmadan terörle mücadele bahanesiyle askeri eylemde bulunmanın hukuksuz olduğunu düşünüyor. (...) İran, komşu ülkelerin egemenliğini zedeleyecek girişimlere hiçbir zaman destek vermez.”
İdiz şöyle yazıyor: “Türkiye’nin Astana sürecindeki diğer ‘ortağı’ olan Rusya gibi İran da ancak Suriye ve Irak hükümetlerince davet edilen yabancı güçlerin bu ülkelerde hukuki bir şekilde bulunduğunu savunuyor. Buna karşın Ankara, Bağdat ve Şam’ın PKK ile YPG’nin bulunduğu bölgelerde kontrolü kaybettiğini, dolayısıyla bu gruplardan Türkiye’nin güvenliğine yönelen varoluşsal tehdide karşı tek taraflı hareket etmek zorunda kaldığını savunuyor. (...) İran’ın kendi ülkesindeki PKK bağlantılı Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK) ile mücadelesi Ankara’nın umudunu artırmıştı. Ancak İran’ın bu örgütle mücadelesi, Türkiye’nin PKK veya YPG ile mücadelesine karşı farklı bir politika izlemesini engellemiyor. (...) Musul yakınlarındaki Başika’da bulunan Türk askerleri Ankara ve Bağdat arasında hâlâ anlaşmazlık konusu. Irak bu askerlerin çekilmesi için defalarca çağrıda bulundu ama Türkiye PKK tehdidini gerekçe göstererek bu talebi şu ana kadar karşılamış değil.”
İdiz şu sonuca varıyor: “Pragmatizm ve Batı’ya yönelik ortak hoşnutsuzluk Ankara ve Tahran’ı şimdilik iyi ilişkiler görüntüsünü korumaya itebilir. Ancak yaygın beklentiye göre Suriye ve Irak’taki anlaşmazlıklar zaman içinde artacak. Zira nihayetinde Orta Doğu’nun giderek büyüyen mezhepsel fay hattında Türkiye ve İran karşıt taraflarda yer alıyor.”
HDP seçim arifesinde kuşatma altında
Amberin Zaman Türkiye’deki seçimler öncesinde yazdığı yazıda seçim sonucu ne olursa olsun Halkaların Demokratik Partisi (HDP) için “oyun sahasının eşitsiz” olduğunu vurguluyor: “Dayanağı zayıf terör suçlamalarıyla hapiste bulunan HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, kampanyasını eşinin ve danışmanı tarafından yönetilen sosyal medya hesaplarının yardımıyla yürütmek zorunda. Eski bir insan hakları avukatı olan Demirtaş hüküm giymemiş olmasına rağmen Erdoğan tarafından mitinglerde terörist olarak yaftalanıyor. Normal şartlarda seçim çalışmalarında yer alması gereken Demokratik Bölgeler Partisi’nin (DBP) 56 belediye başkanı da benzer suçlamalarla demir parmaklıklar arkasında. Bunların arasında Kürtlerin gayri resmi baş şehri Diyarbakır’ın cesur eş belediye başkanı ve Kürt hareketinin en etkili hatiplerinden biri olan Gültan Kışanak da yer alıyor.” DBP, Kürt ağırlıklı güneydoğu bölgesinde HDP’nin kardeş örgütü.
“Neredeyse her gün bir HDP binasının saldırıya uğradığını” belirten Zaman şöyle devam ediyor: “Saldırılar 14 Haziran’da kana bulandı. Güneydoğudaki Suruç kasabasında çıkan silahlı çatışmada Şenyaşar ailesinden HDP’yi destekleyen üç kişi hayatını kaybetti. Görgü tanıklarına göre kavga, AKP milletvekili İbrahim Halil Yıldız ile silahlı adamlarının oy istemek için bu kişilerin dükkânına girmesiyle başladı.”
Rusya’nın Suudilerle İran arasında orta yol bulma çabası
Rusya-Suudi Arabistan ilişkilerini irdeleyen Yury Barmin şu tespitlerde bulunuyor: “Rusya-Suudi ilişkilerinin farklı bölümlere ayrıldığı görülüyor. İki ülke anlaştıkları konuları ön plana çıkarırken ilişkileri zehirleyen sorunlardan bahsetmiyor. İran konusu geleneksel olarak ‘odadaki fil’ konumunda. Son aylardaki Rusya-Suudi temaslarıyla ilgili açıklamaların hiçbirinde İran konusu yer almıyor. Ancak İran’ı Orta Doğu’da güvenliğin en büyük tehdidi olarak niteleyen Riyad’ın bu konuyu masaya getirmediğini düşünmek zor.”
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın son görüşmesine değinen Barmin şöyle devam ediyor: “İran’ın Orta Doğu’daki artan nüfuzu geçen hafta bir araya gelen Putin ile Muhammed Bin Selman’ın birinci gündem maddesi olmamış olabilir. Ama Tahran’ın bölgede önü kesilecekse bunun anahtarı Moskova’nın elinde ve Riyad bunu çok iyi biliyor. Ne var ki Moskova İran’ı illa da bölgesel güvenliğe tehdit olarak görmüyor. Hatta Rus yetkililer, Körfez’deki bu iki rakibin yer alacağı bölgesel bir güvenlik örgütü kurmak istiyor."