Türkiye’nin askeri, istihbari ve teknik desteği sayesinde kritik Vatiyye Üssü el değiştirirken hemen ardından Libya ile Suriye arasında kurulan hava köprüsü Ankara’nın hesaplarını karıştırdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Mayıs’ta İstanbul’da Huber Köşkü’nde yaptığı olağanüstü güvenlik zirvesinin nedeni bu ani gelişmeydi. Zirveyi değerlendiren kaynaklar “Rusya, Suriye’de olduğu gibi Libya’da da Türkiye’nin karşısına çıkar mı?” sorusunu soruyor.
Aslında Ankara, her ne kadar Halife Hefter’in komutasındaki Libya Ulusal Ordusu’nun ana destekçileri olarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır’a parmak sallasa da Libya’da önüne çıkacak asıl gücün Rusya olacağını biliyordu. Nitekim Ulusal Mutabakat Hükümeti ile iki önemli anlaşma imzalayıp asker göndermek için meclisten tezkere geçirdikten sonra yeni süreçte kapısı çalınan ilk ülke Rusya idi. Diplomatik olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti ile temasta kalsa da özel harp şirketi Wagner eliyle Tobruk merkezli doğu güçlerini destekleyen Rusya, 14 Ocak’ta Hefter’i Moskova’ya davet etmiş ama Türk-Rus müzakerelerinden çıkan mutabakatı generale imzalatamamıştı. Hefter’in başına buyruk tavrı Rus rolüne gölge düşürürken 19 Ocak’taki Berlin konferansı önem kazanmıştı.
Vatiyye’nin düştüğü gün Erdoğan Rus lideri Vladimir Putin'le, iki gün sonra da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu mevkidaşı Sergey Lavrov'la Libya’yı görüştü. Bu trafik her halükârda Rusya’yı dikkate alma ihtiyacını teyit ediyor.
Rus uçaklarının intikaliyle durum daha da değişti. BBC Türkçe, Ankara'nın hava üstünlüğünün dengelenmesi için Vatiyye’ye Türk savaş uçaklarının konuşlandırılmasını değerlendirdiğini aktardı.
Hükümete yakın gazeteler de Hefter’in tehditlerinden ziyade Rusların yeni bir meydan okuma türüyle Libya’da boy göstermesinin temel sorun olacağına dikkat çekti. Habertürk gazetesi “Ankara’nın genel düşüncesi, Rusya’nın (…) Türkiye üzerinden NATO ile bir krize girmeyeceği yönünde. Zira Rusya’nın gönderdiği uçakları Mısırlı pilotların kullanacağı ifade ediliyor. (…) Ankara her ne pahasına olursa olsun bölgeden çekilmek gibi bir düşüncede değil. Bu nedenle olası saldırı hamlesine karşı yakında Vatiyye’de kurulacak askeri koordinasyon merkezinden karşılık verecek bir kapasiteyi oluşturmaya çalışıyor” yorumuna yer verdi. Yeni Şafak ise Türk unsurlarının vurulması hâlinde İzmir ya da Antalya’dan kalkacak F-16’larla misilleme yapılacağını yazdı.
Son altı ayda Türk müdahalesi dengeleri Hefter aleyhine değiştirirken ABD ve NATO’nun tutumunu Türkiye’den yana belirginleştirmesi Ankara’yı rahatlattı. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 22 Mayıs’ta Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz Serrac ile görüşmesi önemliydi. Serrac ile görüşen Trablus Büyükelçisi Richard Norland’ın açıklaması da Ankara’nın yüzünü güldürecek içerikteydi. Norland, “Bugün Libya’da askeri araçlar ya da terörizm yoluyla yeni siyasi düzen dayatma arayışında olan güçler var. ABD, BM tarafından tanınan meşru hükümetle ortak olmaktan gurur duyuyor” ifadelerini kullandı.
Ardından Afrika Komutanlığı (AFRICOM) 26 Mayıs’ta Suriye’nin Hmeymim Üssü’nden Hefter’in kontrolündeki üslere gönderilen Su-24 ve MiG-29 jetlerine dikkat çekti. AFRICOM Komutanı Stephen Townsend bu jetlerin paralı Rus pilotlarca kullanılacağını savundu. ABD’nin Avrupa ve Afrika Hava Kuvvetleri Komutanı Jeff Harrigian ise Rusya’nın Libya kıyılarına “geçişe kapatma ve alan hâkimiyeti” (A2AD) silahları yerleştirerek Avrupa’nın güney kanadını tehdit edeceğini öne sürdü.
Ulusal Mutabakat Hükümeti İçişleri Bakanı Fethi Başağa, 21 Mayıs’ta, Hmeymim’den en az altı adet MiG-29 ve iki adet Su-24 uçağının Jufra ve El Khadım’a indiğini açıklamıştı. Aynı gün Hefter'in hava kuvvetleri komutanı Sakr El Caruş, "Libya tarihinde en büyük hava harekâtını göreceksiniz” demişti.
ABD’nin diplomasi ve askeri kanatlarından gelen uyarılar kuşkusuz Ankara’nın pozisyonunu güçlendirdi.
Ancak Rus faktörü yeni bir değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Wagner’in cephe hattından çekildiğine dair haberler gelse de Rusların “uçak gösterisi” ve yürüttükleri diplomasi Türkiye’yi ister istemez Moskova ile işbirliğine mecbur bırakacak yeni bir gerçeklik doğuruyor. Bu da çatışma ve işbirliğinin birbirine sarmalandığı Suriye’deki ortaklık modelinin Libya için kopyalanması anlamına geliyor.
Zoraki paslaşmadan kaçınmanın alternatifi ise Ankara açısından “Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi”, Moskova açısından da “Libya’nın NATO ile yeni bir hesaplaşma alanına dönmesidir”. Elbette Türk-Rus karşılaşmasını iki taraf da istemiyor. Bu hassasiyet kesinlikle vekâlet savaşını etkilemiyor.
Eldeki veriler geçerliliğini korursa, askeri caydırıcılığın Türkiye ve Rusya’nın belirleyici olduğu yeni bir müzakere sürecini dayatacağı söylenebilir.
İdlib’de olduğu gibi Trablus hattında Rusları bloke eden bir Türk pozisyonu, Batılı müttefiklerin işine gelebilir. Fakat koşulların zoruyla oluşacak bir Türk-Rus ortaklığı, NATO cephesi açısından önlenmesi gereken bir seçeneğe de dönüşüyor. Nitekim Fransa, kendileri de Hefter’i destekliyor olmalarına rağmen Rusya’nın Türkiye ile geliştireceği ortaklık için ilk alarm veren ülke oldu. Dışişleri Bakanı Jean-Yves le Drian, Suriye senaryosunun Libya’da tekrarlanmasından duyduğu endişeyi “Kriz derinleşiyor. Libya’nın Suriyeleşmesi ile karşı karşıyayız” sözleriyle dile getirdi.
Eski bir sömürge gücü olarak Fransızlar, Türkiye’nin oyun kurucu bir pozisyonuna gelmesini istemiyor. NATO müttefikleri de Suriye’deki Türk-Rus ortaklığının S-400 alımıyla savunma alanına nasıl kaydığını gördü.
AB içinden Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yanı sıra Mısır, Türkiye’nin masada koşul dayatabilecek konuma yükselmesini Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasında pozisyon kaybı olarak görüyor. Olası siyasi çözümde Ankara’nın en büyük beklentisi Trablus ile yaptığı deniz yetki alanları anlaşmasının korunması. ABD ise Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt’in sözlerini sakınmadan belirttiği üzere bu anlaşmaya karşı.
Ayrıca Mısır yönetimi darbeyle uzaklaştırdığı Müslüman Kardeşler’in Libya’da Türkler eliyle güçlenmesini kâbus senaryosu olarak görüyor. Kahire bu kaygıyla Trump yönetiminden de epey anlayış gördü. Yani Rusların hesabını bozuyor diye alkışlanan Türkiye’nin oyun kurucu rolü herkes için aynı şeyi ifade etmiyor.
Libya dengesi göründüğünden çok daha karmaşık hâle geldi. Yine de Türkiye kendinden emin. Söz gelimi Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, France 24 kanalında “Fransa ve Hefter’i destekleyenler Libya çatışmasının yanlış tarafında yer alıyor” dedi. Fakat bu, Rusları hesaba katmadıkları anlamına gelmiyor.
Eğer bölünme senaryosunu boşa çıkaracak şekilde bir masa kurulacaksa Tobruk’ta Akile Salih başkanlığındaki Temsilciler Meclisi, Abdullah El Sani başkanlığındaki geçici hükümet ve Hefter’in liderliğindeki doğu güçlerini yoğurma işi Rusya’ya düşüyor. Ve Rusya hâlihazırda bu kanat üzerinde çalışıyor.
Askeri alanda işlerin kötü gitmesi üzerine Salih’ten Hefter’i kızdıran bir yol haritası gelmişti. Salih 23 Nisan’da çatışmalara son verilmesi, tarihi üç bölge Trablus, Fizan ve Berka’yı temsilen üç kişilik başkanlık konseyi belirlenmesini, yeni bir ulusal mutabakat hükümetinin kurulmasını ve askeri sorumluluğun Libya Ulusal Ordusu’na verilmesini önermişti. Hefter de buna yanıt olarak kendisini ülkenin yegâne lideri ilan etmişti.
Daha sonra ortaya çıktı ki Salih’in yol haritasının mimarı Ruslar idi. Vatiyye’nin düşmesi Hefter’in pozisyonunu zayıflatırken Salih’in eli güçlendi ve Rus danışmanlarla birlikte çalıştığını ifşa etti. Lavrov’un 26 Mayıs’ta Salih’le görüşüp müzakere masasına dönülmesi mesajı vermesinin etkisi de görüldü. Salih 28 Mayıs’ta Libya Ulusal Ordusu’nun komutanları Abdurrazık el Nazuri, Sakr El Caruş, Muhammed El Senusi ve Hayri El Temimi ile görüştü.
Salih’in Hefter’le ters düşüp geri adım atmasından sonra oluşan bu tablo, Rusların bir şeyleri değiştirebileceğini gösteriyor. Benzer şekilde Trablus’un düşmemesini Türkiye’nin dahline borçlu olan Ulusal Mutabakat Hükümeti de Ankara’nın belirleyici rolüne itiraz edebilecek durumda değil.