DUBAİ — Geçtiğimiz ay üçüncü defa cumhurbaşkanı seçilerek 20 yıllık iktidarını sürdüren Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Körfez ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkileri onarmaya çalışıyor.
BAE mart ayında altıncı büyük ticaret ortağı olan Türkiye ile ticareti beş yılda 40 milyar dolara çıkarmayı hedefleyen bir ekonomik anlaşma imzalamıştı. Erdoğan’ın seçim zaferinin ardından BAE 31 Mayıs’ta anlaşmanın onaylandığını duyurdu. Uzmanlar, bu anlaşmayı iki lider arasında kurulan dostluğun ifadesi olarak görüyor.
BAE’li siyaset bilimci ve yorumcu Abdülhaluk Abdulla’ya göre anlaşma, BAE Devlet Başkanı Muhammed Bin Zayed’in (MBZ) güven tesis etmekte kişisel ilişkilere önem veren dış politika yaklaşımını yansıtıyor.
Abdulla Al-Monitor’a şöyle konuştu: “İki liderin (MBZ ve Erdoğan) yaptıkları çeşitli görüşmelerde çok iyi bir uyum yakaladığını düşünüyorum. Haberlere göre Şeyh Muhammed'in muhtemelen önümüzdeki hafta Türkiye’ye gitmesi bekleniyordu. (…) Bu, Devlet Başkanı Şeyh Muhammed Bin Zayed'in, ilişkilerin stratejik yönleri kadar dostluğa da ne denli değer verdiğini gösteriyor.”
MBZ 28 Mayıs’ta Türkiye’deki seçim sonuçları daha resmileşmeden Erdoğan’ı Twitter üzerinden tebrik etmişti.
Ancak iki liderin arası her zaman böyle iyi değildi.
Türkiye’nin BAE ve başka Körfez ülkeleriyle ilişkileri, Arap Baharı'nın başlaması ve ardından Suudi yazar Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi üzerine 2010 ile 2020 yılları arasında kötüye gitti. 2016'da Erdoğan'a yakın Türk medyası BAE'yi, Erdoğan’a yapılan başarısız darbe girişiminin faillerini finanse etmekle suçladı.
Erdoğan Türkiye’si Arap Baharı’nın ardından Tunus, Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler’in başlıca destekçilerinden biri olarak görüldü. BAE ve Suudi Arabistan’ın şiddetle karşı olduğu ve yasadışı örgüt ilan ettiği Müslüman Kardeşler, Mısır’da 2013’te iktidardan düşürüldü, Tunus’ta ise 2022’den beri iktidardan uzak tutuluyor. Suriye’ye gelince, Devlet Başkanı Beşar Esad bugün Riyad ve Abu Dabi tarafından kabul görüyor, Ankara ise Esad’la henüz normalleşmiş değil.
Türkiye ayrıca 2017’de Körfez’de patlak veren kavgada komşuları tarafından ablukaya alınan, Müslüman Kardeşler’le ilişkileri nedeniyle tepki çeken Katar’ın yanında yer aldı. Abluka 2021’de sona erdi.
BAE ile Türkiye arasında farklı dönemler yaşandığını vurgulayan Abdulla, ikili ilişkilerin Arap Baharı öncesinde en üst seviyesine ulaştığını, Türkiye’nin o günlerde BAE’nin en yakın ticaret otaklarından biri hâline geldiğini belirtti.
İlişkiler dibe vurduğunda ekonomik bağların korunduğuna dikkat çeken Abdulla, “Siyasi rekabet döneminde bile ekonomik boyut güçlü ve sağlam kaldı” dedi.
Katar’la gerilimin 2021’de yumuşamasının ardından BAE Türkiye’de 10 milyar dolarlık bir yatırım fonu oluşturdu. Türk halkını ve ekonomisini sarsan Şubat depremlerinin hemen ardından ise BAE, Türkiye’ye ve depremlerden ağır şekilde etkilenen Suriye’ye 100 milyon dolar tutarında yardım vaadinde bulundu.
Abdulla sözlerini şöyle sürdürdü: “BAE ile Türkiye arasındaki ilişkilerde son iki yılda çok önemli, adeta 180 derecelik bir değişim oldu. Rakipken dost hâline geldiler. Siyasi konularda iki ülkenin artık daha uyumlu olduğunu görüyoruz. Yeni Türkiye Müslüman Kardeşler’e verdiği destekten giderek vazgeçiyor.”
Bu değişim ve BAE’nin 2020 Abraham Anlaşmaları’ndan bu yana İsrail, İran, Katar gibi ülkelerle çatışmak yerine işbirliğine yönelmesi, Türkiye’yle ekonomik ilişkilerin artırılmasını kolaylaştırıyor.
Reuters’e göre ikili ticaret hacmi 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 40 artarak 18,9 milyar dolara ulaştı.
Ekonomik ilişkileri büyütme imkânlarının olgunlaştığını belirten Abdulla, Türk şirketlerinin BAE’de daha fazla inşaat işi alabileceğini, küresel liman bağlantıları sayesinde BAE’yi reeksport merkezi olarak kullanabileceğini, havacılık sektörünü geliştirmek için BAE ile işbirliği yapabileceğini kaydetti.
Washington merkezli düşünce kuruluşu New Lines Institute’un Strateji ve İnovasyon Bölümü Kıdemli Direktörü olan Nicholas Heras’a göre Afrika’daki nüfuz rekabetine rağmen BAE Türk dış politikasına aktif karşıtlık konumundan Türkiye’de aktif yatırımcı konumuna geçiyor.
Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Heras, “BAE, Türkiye ekonomisini, sorunlu olduğu için bugün ucuza yatırım yapıp yarın çok para kazandıracak bir varlık olarak görüyor” şeklinde konuştu.
Türk ekonomisindeki potansiyele dikkat çeken Heras, Türkiye’nin şu an 85 milyon olan, artan bir nüfusa, büyük bir sanayi kapasitesine ve genel olarak iyi eğitimli bir insan kaynağına sahip olduğunu, bu özellikleri sayesinde tarım, temiz enerji ve savunma sanayi alanlarında yükselen teknoloji endüstrilerine açılım yapabileceğini belirtti.
Türkiye’nin Avrupa, Afrika ve Asya’ya kolay erişim sağlayan merkezi konumu da BAE için cazip fırsatlar sunuyor. BAE Türkiye’den bir ticaret ve turizm merkezi olarak yararlanabilir ve ticari gayrimenkule yatırım yapabilir.
Ancak Erdoğan yönetiminde baş gösteren ciddi ekonomik sıkıntılar büyümeyi zorlaştırabilir. Merkez Bankası’nın net dış rezervleri 2002’den bu yana ilk kez eksiye düşmüş durumda ve yıllık enflasyon resmi verilere göre yüzde 39,59 seviyesinde.
Erdoğan seçim zaferinden bu yana ekonomi teorisine aykırı politikalarından geri adım atacağının, zedelenen güvenilirliğini onarmak için daha geleneksel bir yaklaşıma yöneleceğinin sinyallerini veriyor.
Erdoğan 9 Haziran’da Merkez Bankası’nın başına ABD’de banka yöneticiliği yapan Hafize Gaye Erkan’ı getirdi. Bunun öncesinde de Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Mehmet Şimşek’i atadı. 2018’e kadar ekonominin başında olan Şimşek, Erdoğan’ın politikalarına karşı çıktığı için kabine dışı kalmıştı.
Heras’a göre bu hamleler, yabancı yatırım çekmeye çalışan Erdoğan siyasetinin pragmatik yanını yansıtıyor. Ancak Heras, Erdoğan’ın yabancı yatırıma karşılık Türkiye’yi dünya sahnesinde güçlendirme fikrinden vazgeçmeyeceğini, bunun siyasi doğasına aykırı olduğunu düşünüyor.
Heras değerlendirmesini şöyle tamamladı: “BAE-Türkiye ilişkileri açısından yakın gelecekte sağlanabilecek en önemli gelişme, iki ülkenin de Orta Doğu’da nüfuz alanları olduğu ve karşılıklı olarak bunlara müdahale edilmeyeceği konusunda Ankara ve Abu Dabi’nin anlayış birliğine varması olur.”