Rasyonel politikalara dönüş iddiasındaki yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası başkanlığına getirilen Hafize Gaye Erkan ekibinin yönetiminde, beklentilere pek de karşılık vermeyen oranda, 22 Haziran tarihli politika faizi yüzde 15 olarak ilan edildi ve bu, şoke edici bir sertlikte artıştan endişe duyan bankacılık kesimini rahatlattı.
Sert faiz artışının birçok kırılganlığı olan bankalarda sarsıcı etkiler yaratması riskinden endişe duyuluyordu.
Merkez Bankası’nın, 22 Haziran tarihli politika faizi notunda beklentilerden düşük bir oranda gerçekleşen yumuşak faiz artışının önümüzdeki aylarda sürdürüleceğinin de işareti verildi ve şöyle denildi: “Enflasyon görünümünde belirgin iyileşme sağlanana kadar parasal sıkılaştırma gerektiği zamanda ve gerektiği ölçüde kademeli olarak güçlendirilecektir.”
İlk elde politika faizinin yüzde 20’nin üstüne, hatta yüzde 25’e kadar çıkarılması, dış para otoriteleri tarafından adeta bir talep olarak ifade edilmişti. Daha yüksek oranlarda artış bekleyenler de vardı, daha az oran tahmini olanlar da. Ama sonuçta büyük bir U dönüşü yaşanmadı, politika faizi görece yumuşak bir tempoda 6,5 yüzde puan artırıldı ve yüzde 15 olarak ilan edildi.
Bu yumuşak geçişin politik boyutu da olduğu genelde kabul görüyor. 31 Mart 2024’te yerel seçimler, Erdoğan’ın yeni hedefi ve özellikle 2019’da kaybettiği İstanbul yerel yönetiminin kazanılması, Erdoğan’ı seçim tarihine kadar fazla sert olmayan bir ekonomik iklime mecbur tutuyor.
Yeni yönetimle beraber artırılacak politika faizlerinden firmaların, hanehalkının, en çok da bankaların nasıl etkileneceği merak konusuydu. Özellikle bankaların sert faiz artışlarına uyum sorunu yaşayabilecekleri ve olası sarsıntıların tüm ekonomiye belli maliyetleri olacağından endişe ediliyordu.
2021’den 2023 Mayıs ayına kadar yüzde 8,5’a kadar adım adım indirilen politika faizinden bankalar büyük avantaj sağladılar. İndirilen politika faizi ve onun sağladığı ekonomik iklim, bankalara 2022 yılının tamamında ve 2023’ün ilk yarısında büyük kârlar sağladı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun verilerine göre bankacılık kesimi 2022 yılını 432 milyar TL kârla kapatırken net kârın ortalama özkaynaklara oranı yüzde 50’ye kadar çıktı. 2023’ün ilk dört ayında ise net kârlar 145 milyar TL olarak açıklandı.
Bu kârlılığa Merkez Bankası’nın katkısı önemliydi. Merkez Bankası bankalara swaplarla 800 milyar TL, repo ile 600 milyar TL borç verdi. Bu 1,4 trilyon TL yüzde 8,5 gibi ucuz bir faiz ile kullanıldı. Politika faiz artışı gündeme geldiğinde hangi oranda artışın nasıl bir maliyete yol açacağı da telaşla konuşulmaya başlandı. Örneğin, politika faizi beklentilere uygun olarak yüzde 25'e çıkarılsaydı bankalar 16,5 yüzde puan daha fazla faiz vermek durumunda kalacaklardı, bu da 1,4 trilyon TL için 231 milyar TL (yaklaşık 10 milyar dolar) daha fazla faiz demek ve bankaların 2022 kârlarının yüzde 54’üne yakın bir meblağ. Oysa politika faiz artışı 6,5 puanda kalınca bu maliyet 91 milyar TL’ye düşüyor. Bankalara, bir uyum zamanı tanındığı görülebilir.
Bankaların bir diğer korkusu, önceki yönetimin "liralaşma" politikasını yerine getirmek için maruz kaldıkları düşük faizli tahvil alma yaptırımının getirdiği yük. Mevduatlarında TL oranını istenen limite getiremeyen bankalara ceza gibi yüzde 10 faizli devlet tahvili alma yükümlülüğü getirilmişti.
Faiz sert biçimde artırıldığında, yani borçlanma kâğıtlarının fiyatı aşağı düştüğünde bankaların elinde bulunan düşük faizli kağıtlar banka bilançolarını altüst edebilirdi. Bu senetlerin Merkez Bankası'nca geri alınıp yenilerinin verilmesi, bulunan ve yakında uygulanacak yeni bir önlem. Bu yolla, bankaların en az 200 milyar TL’lik (8-9 milyar dolar) bir yükten kurtarılacağı belirtiliyor.
Piyasa gözlemcileri, bankalara yumuşak faiz artışı ile yeni döneme uyum sağlamaları için bir fırsat sunulduğunu belirtirken, reel sektör firmalarının da yumuşak faiz artışıyla yeni döneme geçişlerinin kolaylaşacağını bildiriyorlar. Firmalar, yüksek enflasyon döneminde kârlılıklarını artırmışlar, finansman giderlerindeki artışları karşılamaya kendilerini kısmen hazırlamışlardı. Ama bu, tüm firmalar için söylenemezdi. Özellikle özkaynağı sınırlı küçük ve orta boy firmaların ani faiz artışında alabora olma riskleri büyüktü. Yumuşak artış, onların da uyum sağlamalarına imkân tanıyor.
Konut, otomobil ve ihtiyaç kredileri biçimindeki tüketici kredileriyle hanehalkı borçluluğunun çok yüksek olmadığı biliniyor. Bu da yumuşak faiz artışları karşısında bu kesimin de bir darbe almadan yeni iklime uyumlarını kolaylaştırabilecek.
Bankaların, firmalara ve hanehalkına verdikleri kredilerden “tahsili gecikmiş” olanların, yani takibe uğrayanların oranı yüzde 2’ye yakın olarak ifade ediliyor. Ancak “kredileri yeniden yapılandırma” adı altında tahsili uzatılmış büyük miktarda kredi stoku olduğu da biliniyor. Bu meblağ resmi olarak açıklanmasa da bankaların önemli bir sorunu olarak tarif ediliyor. Bu oranın özellikle politik etkiler altında kredi veren kamu bankalarında daha yüksek olduğu sır değil. Dolayısıyla “rasyonel politikalara” geçişin yumuşak olması böyle bir yumuşak banka karnı olmasına da dayanıyor.
Politika faizlerindeki artışın 20 Temmuz’da yapılacak toplantıda da sürmesi beklenirken enflasyonun seyri, artışın dozunu belirlemede önemli. Enflasyonun seyrinde de döviz fiyatlarının etkisinin sürmesi bekleniyor. Yüzde 20-25 arası politika faizi beklentisi içinde olan piyasanın yüzde 15’te kalan politika faizine verdiği tepki, dolar fiyatının iki günde yüzde 5,5 artış göstererek 25,5 TL basamağına çıkışı oldu. Buna sonraki günlerde belli müdahaleler olup olmayacağı bilinmiyor ama seçim öncesi 19,5 TL basamağında iken seçimi takip eden üç haftada 25,5 TL basamağına çıkarak yüzde 31 artan dolar fiyatı, beraberinde önemli bir enflasyon dinamiğini de ateşliyor. Yeni döviz fiyatı artışlarının anlamlı bir maliyet enflasyonuna neden olacağı ve devamında tüketici enflasyonunu yüzde 50-60 basamağına doğru çekeceğine ilişkin kaygılar var ve yersiz değil.