Türkiye’de tam da Ukrayna-Rusya gerilimin tırmandığı ve NATO’nun Kiev’den yana ağırlık koyduğu bir dönemde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle ilgili tartışma alevlendi. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararında olduğu gibi cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Montrö’nün iptal edilebileceğine dair Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un bir yorumu iktidarın kamuoyunu atılacak adımlara hazırlama çabası olarak görülürken emekli amiraller bombayı patlattı. 104 emekli amiralin 4 Nisan tarihli bildirisi “muhtıra” suçlamasıyla odağından saptırılsa da kariyerlerini Montrö üzerine kurmuş denizcilerin tavrı kolayca geçiştirilebilecek bir tepki değil.
Bugüne kadar resmi kurumlar, Montrö’yü Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki hâkimiyetini tescilleyen, Karadeniz’i uluslararası çatışmalardan uzak tutan, Batı-Rusya dengesinin korunmasında Türkiye’ye güçlü bir pozisyon kazandıran belge olarak ele aldı. AK Parti iktidarıyla birlikte bu bakışta aşınmalar başladı. Özellikle ilk kez 2011’de gündeme gelen Kanal İstanbul Projesi, Montrö’yü tartışmaya açan bir kırılma yarattı.
Gerek Soğuk Savaş gerekse 2000’lerden itibaren Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna ile yaşadığı gerilimler sırasında Montrö’yü delme yönünde ABD’den talepler geldiği biliniyor. ABD’nin Sovyetler Birliği’nin baskı altında tutmak için Karadeniz’e uçak gemisi, ağır tonajlı gemi ve denizaltı sokma girişimleri Montrö’yü aşamadı. 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısı karşısında Rusya askeri müdahaleyle karşılık verince ABD de büyük donanma gemilerini Karadeniz’e sokmak istemişti. Ancak Türkiye Montrö’yü gerekçe göstererek izin vermemişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerikalılara yanıt olarak “Karadeniz gibi küçük bir denizde iki büyük devletin filosu tehlikelidir. Bunu zamanla anlarsınız” dediğini aktarıyor.
Türk tarafının Amerikalılara karşı kullandığı argüman “Montrö Rusların Boğazlardan geçerek Akdeniz’de büyük bir deniz gücü oluşturma çabasını da frenliyor” şeklinde. Gül, Amerikalıların sonradan Türkiye’ye hak verdiğini söylese de Montrö’nün göz ardı edilmesi konusundaki ısrar sona ermedi.
Emekli Koramiral Atilla Kıyat, 2009’da dönemin ABD Büyükelçisi James Jeffrey ile arasında geçen şu diyalogu aktarıyor: “‘Siz Kuzey Deniz Saha Komutanı idiniz, Karadeniz ve Boğazlar'dan sorumluydunuz, Türk ve ABD donanmaları Karadeniz'de çok iyi şeyler yapabilir' dedi. ‘Tabii ki ama Montrö Sözleşmesi prensipleri dâhilinde’ dedim. ‘Türkiye ve ABD istedikten sonra kimse bir şey yapamaz’ dedi. ‘Hayır büyükelçi, bu sözleşme Türkiye için hayati öneme haizdir ve hiçbir nedenle dışına çıkmayız’ dedim.” Kıyat bu diyalogun Milli Güvenlik Kurulu’nun gündemine taşındığını da söylüyor.
Bugüne baktığımızda da Amerikan tutumunda bir değişiklik olmadığını anlıyoruz. Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği 24 Temmuz 2020’da Karadeniz’deki Sea Breeze tatbikatının haberini paylaşırken “Karadeniz'in dünyanın tüm milletlerine açık ve serbest olması” temennisinde bulunmuştu.
Yeni olan belki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerikalıların çizgisine gelmiş olmasıdır. Şentop’un yol açtığı tartışmaları akışına bırakan Erdoğan amirallerin bildirisinden sonra meseleyi biraz soğutma yoluna gitti fakat duruşunu değiştirmedi. “Montrö Sözleşmesi'nden çıkma ile ilgili hâlihazırda ne bir çalışmamız ne de böyle bir niyetimiz vardır ama gelecekte bu ihtiyaç ortaya çıkarsa ülkemizi daha iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmeyi gözden geçirmekten de çekinmeyiz" diyen Erdoğan, Montrö’nün korunsa bile Kanal İstanbul’un sözleşmeyi bypass edeceğini düşünüyor. Bunu da şu sözlerle ortaya koyuyor: “Türkiye, Kanal İstanbul sayesinde Montrö'deki sınırlamaların dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife de kavuşmuş olacaktır.”
Erdoğan, 23 Aralık 2019'da Kanal İstanbul’u savunurken 1979’da İstanbul Boğazı’nda 27 gün süren tanker yangınını hatırlatan şu sözlerle bizzat Montrö tartışmasını başlatmıştı: “Bir Boğazımız var, siz Independenta olayını unutuyor musunuz? Orada o tanker 7 ay, 8 ay yanarken hiç sordunuz mu acaba neden böyle oldu? Hepsinden öte Montrö Anlaşması Türkiye'ye ne kazandırmıştır, ne kaybettirmiştir?”
Erdoğan bundan sonra Montrö’yü sorgulayan çıkışlarını tekrarladı. Erdoğan 5 Ocak 2020’de “Kanal İstanbul, Montrö’yü boşa mı çıkarır?” sorusuna “Montrö'yü hiç kafaya takmayın ya. Montrö sadece Boğaz'ı bağlar. Kanal İstanbul, Montrö kapsamında değildir" yanıtını vermişti.
Tabii bu arada Dışişleri Bakanlığı, Meclis’e gönderdiği “Girişimci ve İnsani Dış Politikamız” başlıklı bir kitapçıkta Montrö’yü “Karadeniz’in barış, güvenlik ve istikrarının sağlanmasında asli bir unsur” olarak niteleyen kurumsal görüşü tekrarlıyordu.
Montrö’yü Türkiye’nin Boğazlar üzerinde hâkimiyetini tescil ettiğini düşünenler, Kanal İstanbul projesini bu statükoyu bozacak bir girişim olarak görüyor. Ki emekli amirallerden önce Ocak 2020’de 126 emekli büyükelçi “Kanal İstanbul, Montrö’yü tartışmaya açacaktır. Montrö’nün tartışmaya açılması ise Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin kaybedilmesine yol açar” uyarısında bulunmuştu.
1923’de Lozan görüşmelerinde belirlenen düzenleme, Türk askerinin Boğazlar’da bulunmasını yasaklıyor, geçişleri de uluslararası komisyonun denetimine veriyordu. Montrö ile birlikte Boğazlar’a Türk askeri konuşlandırılırken komisyondaki yetki Türkiye’ye geçti. Montrö Türkiye’ye savaş ve yakın savaş hâlinde yabancı savaş gemilerinin geçişini kısıtlama, hatta dilediği gibi davranma, barış zamanında ise yabancı savaş gemilerine tonaj sınırı koyma hakkı veriyor. Sözleşme, Boğazlar’dan geçişte bulunabilecek bütün yabancı donanma gemilerinin toplam tonajını 15 bin tonla, bunların Karadeniz’de kalış süresini 21 günle sınırlıyor. ABD’nin delinmesini istediği koşullar da bunlar.
Bu konunun birincil dereceden muhatabı Rusya, Türkiye’ye Montrö’nün maddelerini bir kez daha inceleme tavsiyesinin ötesinde şimdilik kendini tutuyor. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov 2019’da Erdoğan’ın çıkışının ardından Moskova’nın tutumunu “Kanal İstanbul, Montrö’yü bozmadıkça Türkiye’nin meselesi” sözleriyle ortaya koymuştu. Yerhov bunun Montrö’yü etkileyip etkilemeyeceği sorusuna şu yanıtı vermişti: “Montrö, Karadeniz için hukuki bir rejim kurmuştur. Bu rejim, sadece İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçişi değil, kıyıdaş olan ve olmayan devletlerin Karadeniz’de bulundurabileceği toplam gemi tonajını da belirler. Montrö, Karadeniz’e giriş çıkışlarda belli sınırlamalar getirir; yeni bir geçişin varlığı (Kanal İstanbul) bu sınırlamaları değiştirmez.” Yerhov amiraller bildirisinden sonra da bu görüşü tekrarladı: "Kanal İstanbul, Montrö’nün yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz."
Montrö tartışmalarını Karadeniz havzasındaki güncel gelişmelerden bağımsız ele almak mümkün değil. Tartışmalar Biden yönetiminin Rusya’yı çevreleyip huzursuz etme, NATO’nun Karadeniz’deki varlığını artırma ve Ukrayna’nın kontrolünü yitirdiği Donbass ile Kırım’ı geri alma arayışlarıyla çakışıyor. Erdoğan da ABD ile ilişkileri yoluna koymak için Türkiye’nin NATO’daki rolünü önü çıkartıp Ukrayna’da kritik pozisyon alıyor. Türkiye’nin Rusya’ya karşı caydırıcı bir güç olarak kurulan Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’nin (VJTF) komutasını 1 Ocak’tan itibaren üslenmesi önemli bir nokta. Türk ordusu 6400 askerden oluşan bu güce 4200 askerle katılıyor. Buna paralel olarak NATO Karadeniz’de “Defender Europe 2021” askeri tatbikatına hazırlanıyor.
Erdoğan, Kırım’ın Rusya’ya ilhakını tanımadıklarını her vesileyle dillendirirken Kiev ile askeri işbirliğini de 2016’dan beri ilerletiyor. Bu çerçevede Bayraktar TB2’lerin Karabağ savaşındaki başarısından sonra Türkiye-Ukrayna ilişkilerinde silahlı insansız hava aracı (SİHA) konusundaki ortaklık daha da kıymete bindi. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Küçükakyüz 4 Kasım 2020’de Kiev’i ziyaret ederken Karabağ tecrübesinin Kırım ve Donbass’a taşınması senaryolarının üzerinde çalışıldığı yazıldı. Ardından TB2’ler Kırım ve Donbass taraflarında uçmaya başladı. Ankara olası bir tırmanışta elini taşın altına sokmuş aktör gibi duruyor. Bu gelişmeler ışığında Montrö tartışmasının arz ettiği ciddiyet katlanıyor.
Karadeniz havzasındaki ilişkiler son 20 yılda dramatik bir değişim geçirdi. İstanbul 2001’de Rusya, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, Bulgaristan ve Romanya arasında Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu’nun (BlackSeaFor) kuruluşuna ev sahipliği yapmıştı. 2002’de AK Parti iktidara gelirken ABD de Gürcistan için eğit-donat programını devreye sokarak Rusya’nın arka bahçesine girmiş oldu. Renkli devrimlerle Rus etkisiyle hesaplaşma çabaları Gürcistan ve Ukrayna’ya kaybettirdi. Bugün 2001’deki birliğin yerini kamplaşmalar alırken bu süreçte Boğazlar meselesi kritik bir başlık olarak açılıyor.
Tarih bize boğazlardaki her statü değişikliğinin ağır bedeller eşliğinde geldiğini anlatıyor. Nezavisimaya Gazeta da aynı hatırlatmayı yapıyor: “Kanal İstanbul’la birlikte Boğazlarda 1913’lerdeki duruma dönülecek. O vakit Osmanlı İmparatorluğu kendi takdirine bağlı olarak yabancı gemilerin Karadeniz'e girmesine izin verebilir veya vermeyebilirdi. Bu durum çok sayıda Rus-Türk savaşının nedenlerinden biriydi.”