Neredeyse 20 yıldır kesintisiz iktidarda olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi hayatının en zorlu seçimine hazırlanıyor. Enflasyonun dört nala koştuğu, milli paranın değer kaybettiği, Suriyeli mültecilere yönelik hoşnutsuzluğun giderek yükseldiği bir ortamda Erdoğan’ın halk desteği zayıflıyor ve bir dünya lideri tüm bunları yakından izliyor: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin.
Son dönemdeki kamuoyu anketleri istikrarlı bir şekilde şunu gösteriyor: Bugün seçim olsa Erdoğan, ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak gündemde olan tüm isimlere ikinci turda yeniliyor, başında bulunduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de meclisteki çoğunluğunu kaybediyor. Öte yandan, Ukrayna’daki Rus işgalinin giderek tökezlediği ve uluslararası yaptırımların etkisini hissettirmeye başladığı bir ortamda pek çok yorumcuya göre Erdoğan’ın dostluğu Putin için daha büyük önem kazanıyor. Batılı gözlemciler arasındaki yaygın kanı, Erdoğan’ın, en geç Haziran 2023’te yapılması gereken seçimleri kaybetmeyeceği ya da böyle bir sonuca izin vermeyeceği yönünde. Yine de Putin için Erdoğan’ın yenilme ihtimali bile tedirgin edici.
Bunun birkaç sebebi var. Her şeyden önce Türkiye Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmayarak Kremlin’e bir nefes borusu sağladı. Üst düzey ABD’li yetkililer yaptırımların delinmesine alan açabileceği gerekçesiyle Ankara’ya parmak sallasa da Türkiye’nin kapısı Rus vatandaşlarına ve sermayesine açık, Türk semaları da Rus uçaklarına.
Türkiye’den Rusya’ya ihracat artıyor. Financial Times gazetesine göre temmuz ayında Rusya’ya ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 75 oranında arttı.
Diplomatik açıdan ise Erdoğan savaş ortamında NATO’nun parçası olup Putin’le konuşabilen, Ukrayna’ya silahlı insansız hava aracı satan, her alanda sonuç alabilen bir lider olarak öne çıktı.
Fletcher Diplomasi Okulu’nda öğretim görevlisi ve Dış Politika Araştırma Enstitüsü Avrasya Programı’nda Rusya uzmanı olan Chris Miller’a göre Erdoğan her ne kadar kendini hem Ukrayna’nın hem Rusya’nın dostu olarak gösterse de savaştaki “gönülsüz” denge kurma çabası “görece daha çok Rusya’nın lehine” oldu.
Nitekim Erdoğan Ukrayna tahılının dünya pazarına ulaşmasını sağlayan anlaşmaya aracılık etti ancak Rusya adına da tavizler sağladı. Bu kapsamda Rusya da tahıl ve gübre ihraç edebiliyor ve bu tahılın önemli bir kısmını Türkiye satın alıyor.
Moskova’da görev yapmış olan ve Türkiye-Rusya ilişkilerini yakından izleyen eski Hazine görevlisi Aydın Sezer’e göre “Ruslar kendileri müzakere etmiş olsaydı bu kadar iyi bir sonuç alamazlardı.”
Rusya’nın Ukrayna’dan çalıntı tahıl sevkiyatına ise Ankara göz yumdu ve Kiev’in tepkilerine neden oldu.
Al-Monitor’a konuşan Sezer, “Nereden bakarsanız bakın Putin’in Erdoğan’ın iktidarda kalmasını istediği aşikâr” diyor.
Erdoğan’ın Rusya’ya meyli son haftalarda en azından söylem düzeyinde daha belirgin hâle geldi. Örneğin Belgrad’da Sırp mevkidaşı Aleksandar Vucic ile düzenlediği ortak basın toplantısında Batı'nın Rusya’ya karşı takındığı tavrı doğru bulmadığımı belirtti. Batı’nın “tahrik üzerine kurulu bir politika” izlediğini söyleyen Erdoğan, “Rusya hafife alınacak bir ülke değil” diye uyardı.
Rusya’nın yaptırımlara misilleme olarak Avrupa’ya gaz sevkiyatını kesmesini de haklı gören Erdoğan, “Avrupa aslında ektiğini biçiyor” ifadesini kullandı.
Temmuzda basına yansıdığı üzere Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralini inşa eden Rus devlet şirketi Rosatom, Türkiye’deki iştirakine dolar aktarmaya başladı ve ilk etapta 5 milyar dolar gönderdi. “Bu, Erdoğan’a destek olarak yapılan bir jestti” diyen Sezer, söz konusu döviz girişinin kısa vadeli de olsa Türkiye’nin eriyen dış rezervlerine katkıda bulunduğunu ve mali sıkıntıya düşen santral projesinde Türkiye’nin sağlaması gereken kaynağı kısmen karşıladığını belirtti.
Rusya Merkez Bankası da geçtiğimiz ay Türkiye gibi “dost ülkelerin” para birimlerini alabileceğini söyledi. Türk Lirası son beş yılda yaklaşık yüzde 80 değer kaybetti ve bu büyük ölçüde “faiz sebep, enflasyon sonuç” diyen Erdoğan’ın ısrarla faiz artırımına karşı çıkmasından kaynaklandı. Gelinen noktada enflasyon yüzde 80’i aşmış durumda ve Erdoğan’ın çekirdek tabanı bile tereddüt etmeye başlıyor. Bu koşullarda her türlü dış destek Erdoğan için önemli.
Bloomberg ajansı 12 Eylül tarihli haberinde Türkiye’ye yönelik kaynağı belirsiz sermaye girişlerinin rekor seviyelere ulaştığına ve “artan dış ticaret açığı ve lira varlıklarına zayıf talebe rağmen dış rezervlerin artmasını sağladığına” dikkat çekiyor.
Miller’ın Al-Monitor’a değerlendirmesi ise şöyle: “Türk bankacılık sisteminin dolara muhtaç olduğu bir dönemde Rosatom sisteme önemli miktarda dolar enjekte ediyor… Bunlar önemli adımlar ve hepsini alt alta koyduğunuzda, halen anlaşmazlıklar olsa da 10 yıl öncesine göre fazlasıyla derinleşen bir ilişki söz konusu. Türk bankalarına dolar koymak, sadece finansal kriterlere göre hareket eden birinin yapacağı bir şey değil. Dolayısıyla Erdoğan nezdinde siyasi sermaye elde etmek adına Türkiye’de finansal sermaye harcama isteği olduğu gayet aşikâr.”
Uzmanın işaret ettiği anlaşmazlıklar çoğunlukla Türkiye ve Rusya’nın karşıt tarafları desteklediği Suriye, Libya ve en son Azerbaycan’da yaşandı. Ancak Ankara ve Moskova şu ana kadar bu anlaşmazlıkları kendi mecralarında tutup ortak menfaat alanlarına odaklanmayı büyük ölçüde başardılar.
Miller şöyle devam etti: “Kremlin’de oturuyorsanız, Erdoğan’ın ve çevresindeki sistemin nasıl çalıştığını anlamak için 20 yıllık bir süreniz oldu. Sistem sizin için karma sonuçlar üretti ama neticede Türkiye ile Batı’nın arasını açtı ki bunun Rusya lehine bir sonuç olduğu muhakkak.”
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini satın alması, bunun neticesinde ABD Kongresi’nin Ankara’ya silah satışlarını yasaklayan yaptırımlar uygulaması ve Türkiye’nin F-35 savaş uçağının ortak üretiminden çıkarılması, Batı ile Türkiye arasında oluşan çatlağın en önemli yansımaları.
Kongre Türkiye’ye F-16 satışını engellemeye devam ederken bu çatlak daha da büyüyebilir. Erdoğan yine başka tedarikçilerden silah almaktan bahsediyor. 9 Eylül’de gazetecilere yaptığı açıklamada, “Dünyada savaş uçaklarını satan yer sadece Amerika değil. İngiltere satıyor, Fransa satıyor, Rusya satıyor… Bunun için de bize sinyal çakanlar var" dedi.
Ukrayna savaşı Erdoğan’ın Putin için değerini yeni bir seviyeye taşıdı.
Miller bu konuda şöyle diyor: “Batı’nın veya Avrupa-Atlantik sisteminin parçası olan başka hiçbir ülkeyle normal ilişkiler sürdüremediğiniz bir dönemde Türkiye ile normal ilişkiler sürdürebiliyorsunuz. Bu açıdan mevcut Türk iktidarıyla çok daha fazla yakınlık ve rahatlık söz konusu ve Ruslar başka bir iktidarla kumar oynamayı tercih etmez.”
Sezer ise Putin ile Erdoğan arasındaki kişisel ilişkinin kilit önemde olduğunu düşünüyor.
Rusya’dan Türkiye’ye Karadeniz üzerinden ilk doğalgaz boru hattı olan Mavi Akım’ın proje aşamasındayken alay konusu olduğunu anımsatan Sezer, Putin ile Erdoğan arasındaki ilk bağın projenin gerçekleşmesiyle kurulduğunu söylüyor. “Putin, karşısında, tüm bürokratik engelleri aşabilen, iş yağabileceği kararlı bir adam gördü” diyor.
Bağımsız medya kuruluşu Medyascope’tan Aytuğ Özçolak’ın araştırmalarının da ortaya koyduğu gibi o günden bu yana Putin’e yakın Rus oligarklar Türkiye’de devasa işler kurdular. Bunlardan biri, toplam serveti 19.8 milyar dolar olarak tahmin edilen ve Rus enerji devi Lukoil’in yüzde 28.3’lük hissesinin sahibi olan Vagit Alekperov. Şirketin Türkiye’deki yatırımlarının 1 milyar dolara ulaştığı bildiriliyor. Bunların arasında, yaklaşık yüzde 5’lik pazar payına sahip 600 akaryakıt istasyonu bulunuyor.
Rusya 2021’de Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının yüzde 45’ten fazlasını karşıladı ve ödemeleri artık ruble olarak kabul edebileceğini söylüyor.
Rusya’daki uluslararası organize suçları araştıran ve Londra merkezli danışmanlık şirketi Mayak Intelligence’ın direktörü olan Mark Galeotti, Putin’in Erdoğan’ın kalmasını niçin tercih ettiğini şöyle açıklıyor: “Bunun sebebi, spesifik olarak Erdoğan’a karşı özel bir şeyi olması değil, kendisi için en iyi seçeneğin bu olması. Çünkü Putin otoriter liderlerle anlaşabildiğini düşünüyor.”
Al-Monitor’a konuşan Galeotti, Türkiye’nin 2015’te Suriye sınırında bir Rus savaş uçağını düşürmesi başta olmak üzere ikili ilişkilerde yaşanan büyük sarsıntılara rağmen Putin’in, “kendisi gibi ülkesinin milli menfaatlerini güçlü şekilde destekleyenlerle sorunu olmadığı” kanaatinde.
Erdoğan’ın temmuzdaki Tahran görüşmelerinde Putin’i bekletmesi de belli ki bu durumu etkilemiyor. Bir gazeteci ordusunun önünde huzursuzca volta atan Putin belli ki şaşırmıştı. Yaygın yoruma göre bu, Erdoğan’ın intikamıydı. Zira Şubat 2002’de Suriye’nin İdlib vilayetinde 34 Türk askerinin Rus hava saldırısında öldürülmesinin ardından gönülsüzce Moskova’ya giden Erdoğan, Putin tarafından benzer şekilde bekletilerek küçük düşürülmüştü.
Galeoitti’ye göre “Putin bu kinci zihin oyunlarını her zaman oynuyor. İlginç olan şu ki Erdoğan zaman zaman Putin gibi davranmakta Putin’i bile alt edebiliyor.” Bu da ister istemez ona saygı duyulmasını sağlıyor.
Galeoitti şöyle devam ediyor: “Putin belli şeylerden rahatsız olabilir ama neticede kendisi gibi pragmatik otoriter liderleri anlıyor ve bu tür şeylere takılmıyor. Oysa gerçekten anlamakta zorluk çektiği ve onların da kendisini anlamadığını düşündüğü demokratik Batılı politikacılara içgüdüsel olarak takıyor.”
Yine de ortak tüm özelliklerine rağmen Putin ve Erdoğan ayrı ortamların ürünleri. Düşünce kuruluşu Carnegie Europe’ta misafir araştırmacı olan ve Türkiye’nin Erdoğan iktidarındaki dönüşümü hakkında bir kitap yazan Dimitır Beçev şöyle diyor: “Erdoğan nihayetinde bir seçim siyasetçisi. Ayakta kalması için oy alması lazım. Putin ise hiçbir zaman Türkiye kadar demokratik olmayan bir sistemde bir güvenlik servisi görevlisinden politikacıya dönüşen biri.”
Putin Almanca ve İngilizce biliyor. Erdoğan’ın ise yabancı dili yok. Üniversite diploması da yıllardır yatışmayan kuşkulara konu.
Al-Monitor’a konuşan Beçev, “Tek adam rejimleri zamanla gerçeklikten kopuyor. Putin bunu Ukrayna’da gösterdi. Erdoğan da Türkiye ekonomisinin yönetimi konusunda kendi hayallerinin tutsağı” diyor.
Ukrayna işgali sarpa sardıkça Rusya’nın Türkiye’ye bağımlılığı ve Erdoğan’ı hoş tutma ihtiyacı artabilir.
Yunan Avrupa ve Dış Politika Vakfı’nda kıdemli misafir araştırmacı olan Nicholas Danforth geçtiğimiz günlerde yayınlanan makalesinde Türkiye’nin etki gücünü önemli ölçüde Rusya’nın daha başta tökezlemesine bağlıyor: “Rusya pek çok yorumcunun öngördüğü gibi birkaç haftada Kiev’i alabilseydi bugün Türkiye’nin Bayraktarlarını veya arabuluculuk çabalarını öven çok fazla insan olmazdı. Erdoğan da Karadeniz’den Kafkasya ve Suriye’ye kadar çok daha zorlu bir stratejik ortamla karşı karşıya kalır, ABD ve Avrupa’da çok daha büyük hayal kırıklıkları yaşardı.”
Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Danforth, “Ukrayna’nın kazanımları devam ederse Erdoğan denge oyununa ayar vermek zorunda kalır ama temel yaklaşımını değiştirmez. Muhtemelen kısa vadeli menfaatlere yönelir ve Batı’da kaybettiği etki gücünü telafi etmeye çalışır” diyor. Danforth’a göre böyle bir durumda Erdoğan Suriye ve Kafkasya’da Türkiye’nin tercihleri doğrultusunda yeniden çözüm arayışlarına girebilir.
Benzer görüşte olan Galeotti, “Erdoğan’ın insafsızca pragmatik olduğu düşünülürse mevzu “Benim çıkarım ne olacak?” sorusundan ibaret” diyor.
Tüm bunlar, Erdoğan’ın Suriyeli Kürtlere karşı yeni bir harekât başlatmasına Putin’in niçin direndiği sorusunu gündeme getiriyor. Bunun sebebi, Rusya’nın bir başka bölgesel güce, İran’a olan artan bağımlılığı. İran son aylarda Rusların pek çok ihtiyacını karşılamak için devreye girdi. Rusya’ya silahlı insansız hava araçları ve başka teçhizat sağladı, Suriye’de ise Esad rejimi adına işleri yürütmeye başladı.
İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hameney Türkiye’nin yeni harekât planına açıkça karşı çıktı. Türkiye şu an kuzey Suriye’nin yaklaşık yüzde 10’unu kontrol ediyor ve İran’ın son isteyeceği şey bu kontrolün genişlemesi.
Ancak Sezer’e göre Türkiye’de seçimler yaklaştıkça Putin’in Erdoğan’a Suriyeli Kürtleri bir kez daha vurmasına izin verme ihtimali dışlanamaz. Sezer, “Bu operasyon daha ziyade sembolik olabilir ama asıl amaç Erdoğan’a sandıkta yardım etmek olur” diyor.