Seçim öncesinde hem TL faizine hem de dövize bastırarak olası türbülansları önlemeye çalışan politik dozu yüksek pragmatik yaklaşım, yerini yeni Erdoğan iktidarının Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in "rasyonel" politikalarına bırakıyor.
Döviz fiyatları önündeki baraj kapaklarını kaldırmak, ilk hamlelerden biri oldu ve kapaklar kaldırılınca ABD doları, Avro fiyatları hızla yükselmeye başladı. Bunun kontrollü bir yükseliş olduğu genelde kabul görüyor.
Dövizdeki yükselişi, TL faizlerindeki yükselişin izlemesi bekleniyor. ABD’de üst düzey finans yöneticisi olan Hafize Gaye Erkan’ın Merkez Bankası başkanlığına atanması bu beklentiyi pekiştiriyor.
Böylece dış yatırımcının döviz getirip TL alması ve bununla borsada hisse senetlerine, devlet iç borçlanma senetlerine (DİBS), hatta mevduata sıcak para olarak yatırması bekleniyor. Portföy yatırımlarının artması anlamına gelecek bu kurgu için TL faizlerin de dış yatırımcıyı iştahlandıracak ölçüde artması gerekiyor.
Beklenti şöyle: Şimşek yönetiminin Merkez Bankası politika faizlerinden başlayarak TL faizlerini cazip kılması, döngüyü tamamlayacak ve istenen dış kaynak girişi "portföy yatırımları" kulvarında hızlanacak. Kurgunun işe yaraması ülkenin risk primini aşağı çekerek dışarıdan daha yüksek miktarlarda ve makul faizlerle borçlanmayı, borçların çevrilmesini de kolaylaştıracak.
Burada sorun, Hazine bonoları. Yüzde 10 gibi düşük faizlerle varlıklarına devlet bonosu yığılmış bankalar, yükselen döviz ve faiz artışlarına nasıl dayanacaklar? Muhtemelen bankaları düşük faizli bono yükleriyle kaderlerine terk etmek yerine bir devlet müdahalesi ile yüzdürmek söz konusu olabilecek. Ama bunları kestirmek için erken.
Dövizi bastırmak için 2,5 trilyon TL'ye kadar çıkmış Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) döviz artışından dolayı bütçeye getireceği yük bir diğer büyük sorun.
Ekonomi bir bütün. Bir tarafı düzeltirken diğer tarafı bozmamak nasıl mümkün olacak? Kaçınılmaz gibi görünen ise şu: Döviz fiyatı artışıyla ithal ürünler üstünden yaşanacak maliyet enflasyonu, tüketici enflasyonunu sert bir şekilde tırmandırır ve talebin sert biçimde düşüşüne yol açacak gelirler politikası ile kemerler sıkılır, ekonomi küçülmeye başlar. Buradan da varılacak yer, durgunluk içinde enflasyon, yani stagflasyon. Bütün bu gelişmeler sıcak yaz gündeminin ilk sıralarını uzun süre alacak gibi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2021’den itibaren 2023 seçimlerini dikkate alarak popülist, büyüme odaklı bir ekonomik rota izledi. Yükselme eğilimindeki enflasyona rağmen Merkez Bankası yönetimine politika faizlerini düşürme komutu gönderdiği hep gözlendi. Bu komut, TL’den kaçışı ve dövize yönelişi hızla kamçıladı, 2021 sonuna doğru bir döviz krizi yaşandı. Bu türbülans karşısında bulunan çözüm, döviz getirisini garanti eden “liralaşma” politikası ve KKM uygulaması oldu. KKM hedefine bir ölçüde ulaştı da. 2023 Mayıs sonunda 2,5 trilyon TL’ye ya da toplam mevduatın dörtte birine ulaşan KKM, devlete çıkardığı yıllık 200 milyar TL’lik örtülü faiz yüküne karşılık döviz fiyatının yatay gelişimine imkân verdi.
Dolarlaşmanın önü kesildi belki ama çevrilmesi gereken borçlar için, en önemlisi gerekli ithalat için döviz gerekiyor ve ihracat, turizm dövizleri yetmiyor, bu kesimler kura yapılan baskıdan dolayı motivasyonlarının düştüğünü açıkça bildiriyorlar. Kur artmasın diye Erdoğan’ın “dost” dediği ülkelerden, örneğin Rusya ve Körfez ülkelerinden jest olarak milyarlarca dolarlık kaynaklar, borç ertelemeleri sağlandı. Hedef, seçim ayı mayıs sonuna kadar dövizin tırmanmasını önlemek, seçmen şikâyetini azaltmaktı.
Seçimler biter bitmez, özellikle dışarıdan gelmesi gereken ama ekonomik ve siyasi iklimi tatsız bulduğu için gelmeyen yabancı yatırımcıyı ikna etmek, çağırmak gerekiyordu. Bu bir güven tesisi meselesiydi ve bunu yaratacak ismi Erdoğan eski kadrosundan bulmuştu: Mehmet Şimşek.
Londra piyasalarında iş yapan Şimşek, Erdoğan’ın yeni kabinesine Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandıktan sonra ilk iş bastırılmış dövizin baraj kapaklarını açmak oldu ve dolar fiyatı 29 Mayıs-8 Haziran arasında yüzde 20 artarak kabaca 20 TL’den 24 TL’ye ulaştı. Tersinden söylersek, bu 10 gün içinde TL ABD doları karşısında yüzde 17’ye yakın devalüe oldu.
Doların fiyatının müdahale görmeden nereye kadar çıkacağı henüz bilinmiyor. Ama bu devalüasyonun döviz kazandıran ihracat ve turizmi motive edeceği söylenebilir. Buna karşılık ithalatı caydırıcı etkisi olacaktır. Ne var ki zorunlu ithalat, özellikle enerji ürünlerinin sert bir enflasyon dalgasını taşıyacağı açık. Haziran enflasyonunun çarpıcı büyüklükte olması bekleniyor.
Kurdaki düzeltmenin dış yatırımcı girişini hedeflediği unutulmamalı. Nitekim bu adım, ülkenin risk primini aşağı çekti. İktisat profesörü Hakan Kara, seçim öncesi 700 baz puan olan Türkiye’nin CDS’inin 8 Haziran’da 480’lere kadar düştüğüne dikkat çekerek şu yorumu yaptı: “Normalde bizde TL değer kaybettiğinde CDS (risk) artar. Fakat son dönemde tam tersi oluyor. Çünkü rasyonele dönüş umudu ödemeler dengesi riskini azaltıyor.”
Dış yatırımcıdan öncelikle beklenen, portföy yatırımı, yani hisse senedi ve devlet kâğıtlarına yatırım yapması. Portföy yatırımları, AKP’nin ilk iktidar yıllarından sonra hızla artmış ve 2012 yılında stok 134 milyar dolara kadar çıkmıştı. Azalan güven ile yatırımlar da azaldı, özellikle devlet senetlerine yatırım hızla düştü. 2023 Haziran ayında 24 milyar dolarlık yabancı yatırımı stoku vardı. Bu stokun hızla artması, yatırım ortamının iyileşmesine, faizlerin artmasına bağlı. Dolayısıyla dövize yol verilmesinin ardından gözler faizlerde olacak.
Merkez Bankası’nda başka yöneticilerin ve Para Politikası Kurulu’nun da değişmesi bekleniyor. Merkez Bankası, politika faizini her ayın üçüncü perşembesi belirliyor. Tüketici enflasyonunun yüzde 40 dolayında olduğu koşullarda politika faizi yüzde 8,5 gibi absürt bir yerde ve adeta para politikası alet kutusundan çıkarılmış durumda. Mevduat faizinin yıllık yüzde 35-40’larda seyrettiği koşullarda politika faizinin komiğe kaçan boyutunun Şimşek yönetimi tarafından düzeltilmesi, ilk elde 7-8 puan yükseltilmesi ve daha da yükseleceğine ilişkin güven vermesi bekleniyor. Bu da yabancı yatırımcı girişini iştahlandıracak önemli bir hamle olarak değerlendiriliyor.